DGM Direnişi: İşçi sınıfının politik gücü

DGM’leri tarihin çöplüğüne gönderen örgütlü işçi sınıfı, bu şanlı direnişten birkaç ay sonra ise “DGM’yi ezdik. Sıra MESS’te!” diyerek ekonomik ve sendikal hakları için “Büyük Grev”i örgütledi, kapitalist patronlara diz çöktürdü.

Yargı, her zaman egemenlerin elinde bir silah oldu. Tüm dünyada ve Türkiye’de de… Dün olduğu gibi bugün de… Bu silah zaman zaman, Ergenekon-Balyoz operasyonlarında ya da bugün İBB operasyonunda olduğu gibi, egemenler arasındaki dalaşta da kullanıldı. Ama asıl amacı her zaman işçi sınıfını ve ezilenleri sindirmek oldu.

Türkiye tarihinde 12 Mart dönemi, bu silahın işçi sınıfına karşı en yaygın kullanıldığı dönemlerden biriydi. Darbe ile kurulan Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde sadece Denizler’in idam fermanı verilmedi. Sayısız ilerici, öncü, devrimci işçi de bu yolla sindirilmek istendi.

Darbe döneminde sıkıyönetim komutanlıklarına bağlı olarak kurulan askeri mahkemelerde görülen davalar uzadığında, düzenin sahipleri ellerindeki bu sopayı kalıcı hale getirmek istediler. 1973 yılında yaptıkları bir anayasa değişikliği ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kurulması kararını aldılar.

Anayasa Mahkemesi, 1975 yılında aldığı bir kararla DGM’lerin kuruluşunu usul yönünden anayasaya aykırı buldu ve iptal etti. Ortaya çıkan bu durum, 11 Ekim 1976’ya karar gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını gerektiriyordu.

Dönemin DİSK’i bu gelişmeleri şu cümlelerle yorumluyordu: “DGM’nin kurulması, burjuvazinin iktidarı yürütmedeki acz ve beceriksizliğini kanıtlamaktadır. Burjuvazi baskıcı yasaları ve bu yasaları uygulamakla yükümlü mahkemeleri etkisiz bulmaktadır. DGM’leri, ekonomik, siyasal ve ideolojik derin bir buhran içine giren sermaye sınıflarının kendi sınıfsal iktidarlarını korumak için kurduğu açık baskı araçlarıdır. Burjuva devletini korumak, bu devletin sınıfsal yapısını değiştirecek, işçi sınıfının, örgütlü sendikal, demokratik, siyasal ve ideolojik mücadelesini bastırmakla eş anlamlıdır. Yani DGM yasa tasarısı yasalaştığı takdirde Türkiye yeni bir döneme girecek ve olağanüstü ‘sıkıyönetimsiz sıkıyönetim’ dönemi açık bir biçimde başlayacaktır.”

İşte o “sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” dönemi 12 Eylül ile tam bir egemenlik kurdu. Sözde Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde DGM’ler kaldırıldı. Ama yerlerine kurulan Ağır Ceza Mahkemeleri hiç de DGM’lerden aşağı kalmadılar. Ve bugün o Ağır Ceza Mahkemeleri AKP’nin inşa etmeye çalıştığı parti devletinin önündeki her engeli süpürmek için kullandığı basit bir aparattan başka bir şey değil.

Ama o günün koşullarında bu adımı hayata geçirmek için bir engeli aşmaları gerekiyordu. O engel işçi sınıfının örgütlü direnişiydi ve aşamadılar.

DİSK, Temmuz 1976’da aldığı kararla işçi sınıfı adına DGM’lerin kurulmasına izin vermeyeceğini ilan ediyor, bir milyon bildiri ile DGM’lere neden karşı olduğunu kamuoyuna anlatırken, Türk-İş ve meslek odalarına da ortak eylem, ortak direniş çağrısında bulunuyordu. Meslek odaları, dernekler, devrimci örgütler DGM’lerin kurulmasına karşı verilecek mücadelede yer alacaklarını açıkladılar. Türk-İş yönetimine rağmen Petrol-İş, Harb-İş, Yapı-İş, Yol-İş gibi sendikalar DİSK’in çağrısına olumlu yanıt verdiler.

Meclis 14 Eylül’de DGM Yasası’nı görüşmek üzere toplandı. Ardından 16 Eylül’de DİSK yöneticilerinin Taksim Anıtı’na bıraktığı siyah çelenk ile “Genel Yas Eylemi” adını verdikleri DGM Direnişi başladı. Öğle saatlerinden itibaren İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Diyarbakır, Adana, Antalya, Mersin ve Manisa’da işçiler iş bırakma ve iş yavaşlatma ile direnişe geçtiler. Fabrikalar durdu, büyük kentlerde otobüsler çalışmadı, çöpler toplanmadı, PTT ve TRT’de eylemler devam etti. Eyleme katılım ilk gün 100 bini, sonraki günlerde 300 bini aştı.

Eylemin gücü karşısında panik olan kapitalistler yüzlerce öncü işçiyi işten atarken, devlet ise tutuklama saldırısına girişmişti. İşten atma saldırısına da direnişle yanıt veren Profilo işçilerine polis ve jandarma saldırdı. Bu saldırıda Yakup Keser isimli bir işçi polis tarafından vurularak katledildi.

Tüm baskı ve zorbalığına rağmen işçi sınıfının direncini kıramayan devlet, 24 Eylül’de bayram tatili bahanesi ile meclis oturumlarına ara verdi. Meclis tekrar toplandığında ise yeterli sayıya ulaşmadıkları için DGM Yasası’nı görüşemediler bile. Ya da daha doğru bir ifade ile korktular.

DGM’leri tarihin çöplüğüne gönderen örgütlü işçi sınıfı, bu şanlı direnişten birkaç ay sonra ise “DGM’yi ezdik. Sıra MESS’te!” diyerek ekonomik ve sendikal hakları için “Büyük Grev”i örgütledi, kapitalist patronlara diz çöktürdü.