Kartal Belediyesi işçisi Belgin Taş Kartal Belediyesi’nde eylem sürerken grevin kırılması için çaba gösteren Belediye meclis üyesi Özkan Özdemir’le tartışmış, sonrasında ise bu kişinin şikâyeti ile işten atılmıştı. Bu hukuksuz işten atmaya karşı mücadelesini sürdüren Belgin Taş ile yaşanan süreç üzerine konuştuk...
Dünyada açlığı ortadan kaldıracak kadar gıda üretiliyorsa ve açlığı yenmek için gerekli bilgi ve kaynak varsa eğer, ki var; o halde 800 milyon insanın neden açlıkla karşı karşıya olduğu ve yılda milyonlarca insanın neden açlıktan öldüğü sorusunun yanıtlanması gerekirdi.
Bugün dünyadaki en güçlü, en saldırgan, en vahşi emperyalist güç ABD’dir. Bundan dolayı seçimler üzerine çok konuşuldu. Trump’ın seçilmesi ile tartışmalar farklı bir şekil aldı. Tartışmaların odağında savaşlar var. Çünkü hem Ukrayna’daki savaşın hem Gazze ve Lübnan’daki soykırımın gerisinde Amerika var. Güç kaybeden bu emperyalist devlet “dünyanın tek jandarması” olma konumunu savaşlarla, yıkımlarla, katliamlarla koruyabileceğini varsayıyor.
Kadın işçiler olarak “İnsanca yaşamaya yetecek ücret” istiyorsak, bir orta oyunundan farksız olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na bel bağlamamalı, erkek sınıf kardeşlerimizle birlikte mücadeleyi yükseltmeliyiz.
“Kadına yönelik şiddete karşı tepki ve mücadele büyürken belki de en az gündeme gelen şiddet biçimleri iş yerlerinde yaşananlar oluyor. İşçi ve emekçi kadınlar fabrikalarında, iş yerlerinde şiddete uğrasalar da farklı sebeplerden bu sorunlar yeteri kadar gündeme gelmiyor, mücadele talepleri olarak öne çıkamıyor.”
Daha 17’sinde genç bir devrimciyken 13 Aralık’ta idam edilen, yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca emekçi için mücadele ettiğinin bilincince olan Erdal Eren’in anısı önünde saygı ile eğiliyoruz. Katledilmesinin ardından 44 yıl geçmesine rağmen mücadele çağrısı hâlâ kulaklarımızda.
“Ekim Devrimi’nin ardından kurulan işçi-emekçi iktidarı, kendine özgü koşullar ve içeride-dışarıdaki kuşatma sonucu yıkılmış olsa da Ekim Devrimi işçi sınıfına, ezilen halklara yol göstermeye devam ediyor.”
Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren, bölge halkları üzerinde bombalar yağdıran emperyalist-kapitalist sömürü düzeni son bulmadıkça da katliamlar bitmeyecek. Katliamların son bulması; savaş, saldırganlık ve sömürü düzeninin ortadan kalkmasıyla mümkündür.
Mirabel Kardeşler’in gerçek hikayelerinden esinlenerek yazılan roman ve sinemaya uyarlanan “Kelebekler Zamanında” filmi dönüştürücü, sürükleyici bir film ve tarihsel anlatımıyla izlenilmesi gerekiyor.
“Devrim büyük bir alt-üst oluştur. Başı ile sonu çok farklıdır. Baştaki durum, devrimin sonunda tanınmaz hale gelir. Yepyeni bir durum doğar.” diyor yazar. Devrim mücadelesini farklı belgeler, tanıklar ve verilere dayandırarak iliklerimize kadar hissettiriyor. Şu açık gerçeği gözler önüne seriyor. Dünyada iki sınıf var: Burjuvazi ve proletarya.
Türkiye’de de oyunları yasaklanan Dario Fo durumu “Bu benim için bir onur. İkinci kez Nobel almak gibi.” diyerek mücadeleden yılmayacağını ortaya koyar. 80’in üzerinde oyunu 30 farklı dile çevrilen yazarın işlediği konular bugün hâlâ toplumsal mücadeleye ve onun sorunlarına ışık tutmaya devam ediyor.
“Gün dağınıklığımızı, parçalılığımızı bir şey yapmamaya bahane etmek değil, işçi sınıfını mücadele sahnesine çıkartmak için seferber olma günüdür. Gün bahanelerin arkasına saklanma değil, alanlara çıkma günüdür.”
Yaşadığımız kapitalist düzende kadınların doğrudan hedefi olduğu şiddet, bireysel değil toplumsal bir sorundur. Sömürü üzerine kurulu kapitalist sistem, varlığını sürdürmek için eşitsizliklerden, baskıdan, şiddetten beslenir ve bunu da her daim yeniden üretir. Sermaye düzeninin sadık bekçisi AKP iktidarının kadını aşağılayan söylemleri, kazanılmış haklarını gasp etmesi, şiddeti uygulayanlara kol kanat germesi, her fırsatta erkek egemenliği üzerine kurulu “ailenin korunmasını” öne çıkarması da tam da bu nedenle yaşanıyor. İstiyorlar ki kadınlar bu düzene biat etsin, kendine biçilmiş rolleri kabul etsin.
Ankara’da maden işçilerinin özelleştirmenin iptal edilmesi için başlattıkları mücadele bu kapsamıyla önemli bir yerde duruyor. İşçi ve emekçileri doğrudan hedefleyen bu saldırıya karşı dayanışma ve desteğin örgütlenmesi, haklı ve meşru mücadelenin güçlendirilmesi ihtiyacı kendini dayatıyor. Kuşkusuz madenlerin ya da diğer üretim birimlerinin devletin elinde olması bunların birer kapitalist işletme olması gerçeğini değiştirmiyor. Ancak yıllar içinde gerçekleştirilen özelleştirmeler gösteriyor ki özelleştirme saldırıları öncelikle işçilerin kazanılmış haklarını gasp ediyor. Özelleştirilen fabrikalar dizginsiz bir sömürü cehennemine dönüşüyor. Bu yüzden işçi sınıfının “özeleştirmelere hayır” şiarı ile Çayırhan işçilerinin yanında saf tutması gerekiyor.
Savaş politikalarının bu şekilde tırmandırılmasında işçi sınıfının hiçbir çıkarı yoktur. Kanı ve canıyla bu politikaların faturasını ödeyecek olan işçi sınıfı “savaş politikaları” karşısında güçlü bir kalkan olmak zorundadır. Silahlanmaya ayrılan milyarlarca dolar işçi sınıfı için övünç kaynağı olamaz. İşçi sınıfının yapması gereken savaş politikalarının karşısında insanlığın eşit ve özgür geleceğini, halkların kardeşliğini savunmak; toplumsal zenginliklerin savaş baronlarına aktarılmasına engel olmaktır
İşçi demokrasisinin, burjuva demokrasisinden binlerce kat daha demokratik ve üstün olduğu gerçeği gerek Paris Komünü deneyimi gerekse 1917 Ekim Devrimi’yle somut olarak doğrulanmıştır.
Kapitalist düzende üretim araçlarıyla birlikte devlet de burjuvaziye aittir. Dolayısıyla bu düzende “eşitlik”, “özgürlük” ve “demokrasi” gibi kavramlar, üretim araçlarının özel mülkiyetinin burjuvaziye ait olduğu ve bununla birlikte siyasal iktidarın da ona ait olduğu gerçeğini gizlemeye yarar.
İşçi sınıfının kendi mücadelesiyle elde ettiği oy hakkı, yasalar önünde eşitlik, biçimsel seçilme hakkı gibi kazanımlar da siyasal iktidarın gerçek niteliği konusunda yanılsamalara yol açtı. Burjuvazi önce zorla kabul etmek zorunda kaldığı bu hakları, sonrasında sömürü düzenini geniş kitlelere onaylatmanın aracına çevirdi. Bu da işçi sınıfı ve emekçilerin, üretim araçlarına sahip olan kapitalistlerin siyasal iktidarın da esas sahibi olduğu ve devlet denilen mekanizmanın onlara hizmet ettiği gerçeğini kavramasını zorlaştırdı.