Tüm okurlarımızı gazetemize ve onun temsilcisi olduğu sosyalist dünya görüşüne daha fazla sahip çıkmaya çağırıyoruz. Ve 3. yılımıza girerken ilk sayımızda söylediklerimizi tekrarlıyoruz: “Sömürü, baskı ve adaletsizlik üzerine kurulu bu düzenden tüm insanlığı ancak işçi sınıfı kurtarabilir. Emeğin kurtuluşu insanlığın kurtuluşu olacak.”
Bölge halklarının emperyalizme, siyonizme ve gericiliğe karşı birleşik direnişi hayati bir önem taşımaktadır. Zira kaderleri birbirine bağlanmıştır. Halklar ya birlikte direnip özgürleşecekler ya da emperyalistler ile Gazze’de soykırım yapan siyonistler ve kafa kesen cihatçıların dayatacağı köleliğe mahkûm olacaklardır.
Dünyada açlığı ortadan kaldıracak kadar gıda üretiliyorsa ve açlığı yenmek için gerekli bilgi ve kaynak varsa eğer, ki var; o halde 800 milyon insanın neden açlıkla karşı karşıya olduğu ve yılda milyonlarca insanın neden açlıktan öldüğü sorusunun yanıtlanması gerekirdi.
“Baskı artacak, çalışma ve yaşam koşullarımız daha da ağırlaşacak. Bu baskı ve sömürü koşullarına karşı kadınlar bu yıl da mücadelenin ön saflarında yerlerini almalılar. 2023’ü 2024’e bağlayan Özak, Lezita, Burda Bebek işçisi kadınlar, 2024’ü 2025’e bağlayan Polonez direnişçisi kadınlar gibi...”
Fabrikalarda, işyerlerinde ve sokakta, yani yaşamın her alanında sömürüye, şiddete ve savaşa karşı biz kadınların bir adım önde olacağı direnişler örgütlemeli, bizleri köleleştiren bu sömürü sistemine karşı insanca yaşam mücadelesini yükseltmeliyiz!
“Sovyetlerin çökmesinden sonra karşı karşıya kaldığı ambargolar karşısında taviz vermek zorunda kalan Küba bugün uluslararası dayatmalarla piyasa ekonomisine açılmaya zorlansa da Castro ve Che’nin olağanüstü kişiliğinde simgelenen Küba devrimi halkların mücadelesinde yaşamaya devam etmektedir.”
Daha 17’sinde genç bir devrimciyken 13 Aralık’ta idam edilen, yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca emekçi için mücadele ettiğinin bilincince olan Erdal Eren’in anısı önünde saygı ile eğiliyoruz. Katledilmesinin ardından 44 yıl geçmesine rağmen mücadele çağrısı hâlâ kulaklarımızda.
“Ekim Devrimi’nin ardından kurulan işçi-emekçi iktidarı, kendine özgü koşullar ve içeride-dışarıdaki kuşatma sonucu yıkılmış olsa da Ekim Devrimi işçi sınıfına, ezilen halklara yol göstermeye devam ediyor.”
Sömürü, baskı ve yoksulluk düzeni sürüyor. Bu koşulları değiştirmek ancak sınıf mücadelesiyle, işçi sınıfının örgütlenmesi ve harekete geçmesiyle mümkün olacaktır. Filmin yasaklandığı günden bugüne yaşananlar da bu gerçekliği kanıtlıyor.
Şerif Gören sadece çektiği filmler ile hatırlanmayacak. Toplumsal mücadelede bir aydın olarak tuttuğu yer ile, başta sinema emekçileri olmak üzere işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine yaptığı katkılar ile de yaşayacak.
Mirabel Kardeşler’in gerçek hikayelerinden esinlenerek yazılan roman ve sinemaya uyarlanan “Kelebekler Zamanında” filmi dönüştürücü, sürükleyici bir film ve tarihsel anlatımıyla izlenilmesi gerekiyor.
İşçi sınıfı ile dalga geçen bu pervasızlığa hak ettiği yanıtı vermek boynumuzun borcu olmalıdır. İşyerlerinde, sokaklarda, meydanlarda “insanca yaşamaya yeten ücret” mücadelesini her koşulda ve her biçimde devam ettirmeliyiz. İşçi sınıfı ve kapitalistler arasındaki kavganın politik bir mücadele olduğunu unutmadan Ocak zamlarına toplu sözleşme süreçlerine bu bakışla hazırlanmalı ek zam talebini her zaman gündemde tutmalı sefalet zammı dayatmalarına üretimden gelen gücümüzü kullanarak yanıt vermeyi hedeflemeliyiz.
Sürdürülen grevler hepimizin grevidir. Elde edilecek kazanımlar hepimizin kazanımı olacaktır. Yasaklanmaya çalışılan sadece dört fabrikadaki grevler değil, işçi sınıfının mücadelesidir. Teslim alınmaya çalışılan bizlerin iradesidir. Bu bilinçle hareket etmek ve grevlerle eylemli dayanışmayı yükseltmek ertelenemez sorumluluğumuzdur.
İşçi sınıfı ve emekçiler olarak, emperyalistlerin ve onların taşeronluğunu yapan saray rejiminin bölgede izlediği politikaların ardındaki gerçekleri görmeliyiz. “Fetih ruhu” adı altında yayılan milliyetçi propagandaya kanmamalıyız. Yağma ve talan politikalarına karşı çıkmalıyız. “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” mücadelesini büyütmeliyiz.
İşçi hareketi parçalı ve dağınık tablosunu aşamadığı sürece bu mücadelenin esas alanı fabrikalar ve işletmeler olacaktır. Bu yüzden bir yandan sendikalara acil olarak harekete geçmeleri için basınç uygularken, öte yandan Ocak zamlarına hazırlanmak gereklidir. Aynı şey önümüzdeki günlerde başlayacak olan kamu işçilerinin toplu sözleşme süreci, devam eden petro-kimya sözleşmeleri ve sonbaharda başlayacak MESS toplu sözleşme süreci için de geçerlidir.
İşçi demokrasisinin, burjuva demokrasisinden binlerce kat daha demokratik ve üstün olduğu gerçeği gerek Paris Komünü deneyimi gerekse 1917 Ekim Devrimi’yle somut olarak doğrulanmıştır.
Kapitalist düzende üretim araçlarıyla birlikte devlet de burjuvaziye aittir. Dolayısıyla bu düzende “eşitlik”, “özgürlük” ve “demokrasi” gibi kavramlar, üretim araçlarının özel mülkiyetinin burjuvaziye ait olduğu ve bununla birlikte siyasal iktidarın da ona ait olduğu gerçeğini gizlemeye yarar.
İşçi sınıfının kendi mücadelesiyle elde ettiği oy hakkı, yasalar önünde eşitlik, biçimsel seçilme hakkı gibi kazanımlar da siyasal iktidarın gerçek niteliği konusunda yanılsamalara yol açtı. Burjuvazi önce zorla kabul etmek zorunda kaldığı bu hakları, sonrasında sömürü düzenini geniş kitlelere onaylatmanın aracına çevirdi. Bu da işçi sınıfı ve emekçilerin, üretim araçlarına sahip olan kapitalistlerin siyasal iktidarın da esas sahibi olduğu ve devlet denilen mekanizmanın onlara hizmet ettiği gerçeğini kavramasını zorlaştırdı.