Emperyalist-kapitalist sistemde tek kutupluluk dönemi sona erse de bedelini emekçilerin ödediği çatışma ve savaşlar devam ediyor. Bu da işçi sınıfının silahlanmaya ve emperyalist savaşa karşı mücadeleyi yükseltmesinin ne denli önemli olduğunu gösteriyor.
Emperyalist-siyonist güçlerin Gazze ve Lübnan’da yaptıkları, dünyada “gücün barbarlığına dayalı” bir sistem olduğunun kanıtıdır. Bu vahşi sistem, ancak dünya işçileri başta olmak üzere tüm ezilen ve sömürülenlerin örgütlü mücadelesiyle yıkılabilir.
“Kadına yönelik şiddete karşı tepki ve mücadele büyürken belki de en az gündeme gelen şiddet biçimleri iş yerlerinde yaşananlar oluyor. İşçi ve emekçi kadınlar fabrikalarında, iş yerlerinde şiddete uğrasalar da farklı sebeplerden bu sorunlar yeteri kadar gündeme gelmiyor, mücadele talepleri olarak öne çıkamıyor.”
“Günlerdir ülkenin dört bir yanında kadın cinayetine karşı sesler yükseliyor. Kadınlar, gençler, emekçiler sokaklara çıkarak kadın cinayetlerinin son bulmasını, buna karşı önlemler alınmasını istiyor. Bu büyük öfke ve tepkiye rağmen kadın cinayetlerine çanak tutan iktidar geriletilemiyor, her türden gerici güruh kadınların haklarına saldırmaya devam ediyor.”
“Ekim Devrimi’nin ardından kurulan işçi-emekçi iktidarı, kendine özgü koşullar ve içeride-dışarıdaki kuşatma sonucu yıkılmış olsa da Ekim Devrimi işçi sınıfına, ezilen halklara yol göstermeye devam ediyor.”
Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren, bölge halkları üzerinde bombalar yağdıran emperyalist-kapitalist sömürü düzeni son bulmadıkça da katliamlar bitmeyecek. Katliamların son bulması; savaş, saldırganlık ve sömürü düzeninin ortadan kalkmasıyla mümkündür.
Burjuvazinin sınıf iktidarı devrilmeden 12 Eylül’ün hesabını sormak mümkün değildir. 12 Eylül’den gerçek anlamda hesap sorabilmenin yolu, devrimci bir program etrafında kenetlenmiş işçi sınıfı ve emekçilerin mücadeleyi büyütmesinden, sosyalist işçi-emekçi iktidarının kurulmasından geçmektedir.
“Devrim büyük bir alt-üst oluştur. Başı ile sonu çok farklıdır. Baştaki durum, devrimin sonunda tanınmaz hale gelir. Yepyeni bir durum doğar.” diyor yazar. Devrim mücadelesini farklı belgeler, tanıklar ve verilere dayandırarak iliklerimize kadar hissettiriyor. Şu açık gerçeği gözler önüne seriyor. Dünyada iki sınıf var: Burjuvazi ve proletarya.
Türkiye’de de oyunları yasaklanan Dario Fo durumu “Bu benim için bir onur. İkinci kez Nobel almak gibi.” diyerek mücadeleden yılmayacağını ortaya koyar. 80’in üzerinde oyunu 30 farklı dile çevrilen yazarın işlediği konular bugün hâlâ toplumsal mücadeleye ve onun sorunlarına ışık tutmaya devam ediyor.
Sabra Şatilla Katliamı’nın 42., Ulucanlar Katliamı’nın 25. yıldönümü vesilesiyle özgürlük ve eşitlik mücadelesinde kaybettiklerimizin anıları önünde bir kez daha saygı ile eğiliyoruz.
Ekim Devrimi işçi sınıfının ve insanlığın yol göstericisi, kutup yıldızıdır. Bugün içinde yaşadığımız bu sömürü ve baskı düzeninden çıkış yolumuzdur. Bugünün dünyası ve insanlığın içinde bulunduğu durum yeni Ekimler yaratmaya ne denli büyük bir ihtiyaç duyulduğunu gözler önüne seriyor. İşçileri, emekçileri, tüm ezilenleri çoktan ömrünü doldurmuş olan bu barbarlık düzeninden kurtulmak için mücadeleye çağırıyor.
Her koşul altında 20 Ekim mitingi işçi sınıfının içine itildiği sefalet koşulları ve karşı karşıya bulunduğu saldırılar karşısında birikmiş bir mücadele enerjisi olduğunu gösterdi. Türk-İş ağalarının niyeti açık olduğuna göre bu birikmiş enerjiyi açığa çıkarmak görevi bizleri bekliyor.
Yapılması gereken bu faturayı ödememektir. Hakkımız olanı almak için kenetlenmektir. İnsanca yaşamaya yeten ücret için, vergi soygununa “dur!” demek için faşist baskı, savaş ve saldırganlığa karşı örgütlenmektir. “Krizin faturasına ve faşist baskıya geçit verme!” şiarı ile mücadeleye atılmaktır. Bu kavgaya omuz vermek tüm işçi ve emekçilerin sorumluluğudur, görevidir.
İşçi sınıfı mücadelesine yabancılaşmış, işçileri sermaye adına denetim altında tutma araçlarına dönüşmüş bu sendikal anlayışlar sendikalardan sökülüp atılmalıdır. Bu, sıradan bir sözleşme mücadelesi açısından olduğu kadar sınıfın karşı karşıya bırakıldığı sosyal yıkım saldırılarını püskürtmek, baskı ve zorbalık uygulamalarına karşı koymak için de olmazsa olmazdır. Yeni bir sendikal anlayış sermaye sınıfına karşı mücadele içinde tabandan örgütlenerek ve sınıfın bağımsız çıkarları esas alınarak ilmek ilmek örülmek zorundadır.
İşçi demokrasisinin, burjuva demokrasisinden binlerce kat daha demokratik ve üstün olduğu gerçeği gerek Paris Komünü deneyimi gerekse 1917 Ekim Devrimi’yle somut olarak doğrulanmıştır.
Kapitalist düzende üretim araçlarıyla birlikte devlet de burjuvaziye aittir. Dolayısıyla bu düzende “eşitlik”, “özgürlük” ve “demokrasi” gibi kavramlar, üretim araçlarının özel mülkiyetinin burjuvaziye ait olduğu ve bununla birlikte siyasal iktidarın da ona ait olduğu gerçeğini gizlemeye yarar.
İşçi sınıfının kendi mücadelesiyle elde ettiği oy hakkı, yasalar önünde eşitlik, biçimsel seçilme hakkı gibi kazanımlar da siyasal iktidarın gerçek niteliği konusunda yanılsamalara yol açtı. Burjuvazi önce zorla kabul etmek zorunda kaldığı bu hakları, sonrasında sömürü düzenini geniş kitlelere onaylatmanın aracına çevirdi. Bu da işçi sınıfı ve emekçilerin, üretim araçlarına sahip olan kapitalistlerin siyasal iktidarın da esas sahibi olduğu ve devlet denilen mekanizmanın onlara hizmet ettiği gerçeğini kavramasını zorlaştırdı.