Cesaret Ana ve Çocukları, bir annenin savaşla ve geçim derdiyle verdiği mücadele üzerinden, kapitalizmin işçi sınıfına dayattığı ölümcül çelişkileri gözler önüne serer. Bu yüzden bugün hâlâ, savaş çığırtkanlığı yapılan her coğrafyada Brecht’in sesi yankılanır…
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, Avrupa’da bir kalem burjuva sahne alışkanlıklarını yerle bir etti. O kalem, Bertolt Brecht’e aitti. Brecht, sadece bir şair ya da oyun yazarı değil, aynı zamanda bir devrimci ve işçi sınıfının mücadelesini sahneye taşıyan bir emekçiydi. Sanatı, toplumun dönüşümünde bir araç olarak görüyordu. Ona göre tiyatro, seyirciyi düşündürmek, sorgulatmak ve harekete geçirmek için vardı. Bu anlayış, onu “epik tiyatro”nun kurucusu yaptı.
Brecht’in tiyatrosu, izleyicinin sahnelenen olaylara kapılmasını istemez. Tersine, seyircinin sahnede olup biteni eleştirel bir gözle değerlendirmesini sağlamaya çalışır. O, buna “yabancılaştırma efekti” der. Sahne geçişleri sırasında anlatıcı girer, karakterler seyirciye döner, şarkılar ve afişler oyun akışını bölerek seyirciyi sürekli uyarır.
Bu anlayışı en etkili şekilde ortaya koyduğu eserlerden biri, 1939 yılında yazdığı “Cesaret Ana ve Çocukları” oyunudur. Oyunda savaşın ne olduğunu, kimin için kârlı, kimin için yıkıcı olduğunu anlatır. Yoksul halkın o yıkım günlerinde nasıl bir hayatta kalma savaşı verdiğini gözler önüne serer. Brecht’in ölümünün ardından sinemaya da uyarlanan bu oyun, 20. yüzyılın en iyi tiyatro eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Oyun, Otuz Yıl Savaşları (1618–1648) döneminde geçer. Ama aslında kendi zamanının faşist yükselişine ve yaklaşmakta olan savaşa bir eleştiridir. Baş karakter Anna Fierling, yani Cesaret Ana, üç çocuğuyla birlikte savaş alanlarında gezerek ticaret yapar. Arabasında giysi, yiyecek ve içki satar. Oyun boyunca savaşın uzamasından fayda sağlar, ama sonunda savaş onun her şeyini elinden alır: Cesaret Ana, üç çocuğunu da kaybeder.
Cesaret Ana, Brecht’in en karmaşık karakterlerinden biridir. Ne tam anlamıyla bir kahramandır ne de sadece bir fırsatçıdır. O bir emekçidir; yaşamını idame ettirmek için çalışır, ama sistemin çarklarına o da katkı sunar. Onun trajedisi, savaşın kötülüğünü gören ama ona karşı mücadele etmek yerine onu izleyen milyonlarınkiyle aynıdır.
Oyunda savaşın en büyük kaybedenleri, doğrudan cephede olmayanlardır: Kadınlar, çocuklar, yoksullar… Brecht, bu yönüyle savaşın gerçek doğasını ortaya serer: Emperyalist savaşlar patronlara kâr, işçi sınıfına ölüm ve yıkım getirir. Cesaret Ana, oğlunu kaybeder, ama savaş yine de sürer. Çünkü bu savaş, ne özgürlük ne de adalet için olan bir savaştır. O sadece bir pazar yeridir – ve pazarda insan hayatı da bir metaya dönüşmüştür.
Oyunun en dokunaklı karakterlerinden biri olan Kattrin, Cesaret Ana’nın dilsiz kızıdır. Kattrin konuşamaz, ama eylemleriyle sesini duyurur. Oyunun finalinde, düşmanın gece baskınına uğrayacak köylüleri uyarmak için davula vurarak kendi canını feda eder. Brecht’in dünyasında gerçek kahraman, dilsiz de olsa gerçeği haykıran kişidir. Sessizliğin içindeki bu çığlık, işçi sınıfının bastırılmış sesidir.
Cesaret Ana ve Çocukları, bir annenin savaşla ve geçim derdiyle verdiği mücadele üzerinden, kapitalizmin işçi sınıfına dayattığı ölümcül çelişkileri gözler önüne serer. Bu yüzden bugün hâlâ, savaş çığırtkanlığı yapılan her coğrafyada Brecht’in sesi yankılanır.
“Bir tabiat kanunu değildir savaş,
Barışsa bir armağan gibi verilmez insana.
Savaşa karşı barış için katillerin önüne dikilmek gerek,
‘Hayır yaşayacağız’ demek.
İndirin yumruğunuzu suratlarına
Böylece mümkün olacak savaşı önlemek.”