Çalmaya yeltendikleri sadece gençliğin geleceği değil. İşçi ve emekçi çocuklarının geleceğini ipotek altına alırken, bütün bir toplumun gelecek umutlarını da yok etmek istiyorlar. İzin vermeyeceğiz!
AKP’nin 23 yıldır yapboz tahtasına çevirdiği alanların başında eğitim geliyor. Üniversitelerin bölünmesi projelerinden temel eğitimde atılan 4+4+4 adımına, müfredatta yapılan sayısız değişikliğe kadar birçok girişime imza atıldı. Tümü de kapitalistlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve kendi gerici ideolojisini topluma dayatmak içindi. Anlaşılan o ki önümüzdeki günlerde bu alanda yeni bir “değişiklik” için de hazırlıklar yapıyorlar.
Geçtiğimiz haftalarda önce MÜSİAD Genel Başkanı Burhan Özdemir’in açıklamaları düştü basına. Özdemir, “12 yıllık kesintisiz eğitim sistemi çok yanlış bir uygulama. Ülkeye herhangi bir faydası yok” diyerek zorunlu eğitim süresinin kısaltılması ve gençlerin “piyasa”ya daha erken girmesi gerektiğini söyledi. Onun “ülke” derken kastettiği ise sermayenin çıkarlarından başka bir şey değildi. Zira, eğitimin niteliği üzerine tek söz söylenmeden yapılan bu açıklamaların gerekçesi de “ara eleman ihtiyacı”ydı.
Bu açıklamaların hemen ardından ise yandaş sendika Eğitim Bir-Sen bir saha araştırma raporu yayınladı. Rapor, lise eğitiminin 2+2 ya da 3+1 biçiminde yeniden düzenlenerek zorunlu eğitim süresinin kısaltılmasını öneriyor ve bu önerilerin önümüzdeki günlerde gerçekleşecek Milli Eğitim Şurası’nda tartışılacağını ifade ediyor. Yani AKP, sermaye ve yandaş sendika ile gençliğin geleceği ile nasıl oynayacağının planını çoktan yapmış, bu planı hayata geçirecek süreci de örgütlemeye başlamış durumda.
***
Kapitalistlerin çocukları ve gençleri pervasızca sömürü çarklarının içine çekme çabası yeni bir olgu değil elbette. Ve eğitimi bu niyetlerine göre düzenleme çabaları da…
Daha kapitalizmin ilk dönemlerinde çocuklar madenler de dahil olmak üzere en ağır işlerde kölece çalıştırıldılar. 19. yüzyıl boyunca kapitalistler ile işçi sınıfı arasında çocuk işçiliğin yasaklanması için amansız bir mücadele yürütüldü. Bu mücadelenin yasal düzlemde kazananı işçi sınıfı oldu. Ama sonraki yıllarda çoğunlukla tarımda ve çıraklık adı altında diğer iş kollarında çocuk emeği sömürüsü kesintisiz bir şekilde devam etti.
Kapitalizm geliştikçe çocuk ve genç işçiliğe biçtiği rolde de çeşitlenmeler yaşandı. Geri kalmış kapitalist ülkelerde çocuk emeği ucuz iş gücünün en vazgeçilmez parçası. “Dünya devi” firmaların Uzak Doğu’daki fabrikalarında çocuk işçiler halen kapitalistler için önemli bir iş gücü kaynağı.
Belki çocukların hapishane koşullarında zorla çalıştırıldığı fabrikalar yok ama Türkiye de çocuk işçiliğin önemli bir rant kaynağı olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Resmi rakamlarla bile Türkiye’de 720 binin üzerinde çocuk işçi bulunuyor. Ve her yıl yaz aylarında tırmanan çocuk iş cinayetleri bu çıplak gerçeği en sert haliyle suratımıza çarpıyor.
Bunun da ötesinde, uygulanan eğitim politikaları sonucu Türkiye’de çocuk işçiliğin açıklanan rakamlardan çok daha yüksek olduğunu ve “genç iş gücü” ile dünya kapitalizmi içerisinde kendisine alan açmaya çalıştığını biliyoruz. Yıllardır atılan sayısız adımla birlikte son yapılan açıklamalar ve girişimler de bu hedefle doğrudan bağlantılı.
Neo-liberal dünya düzeni ile bütünleşme yönünde atılan adımlarla birlikte ülke kapitalistleri ve onlar adına ülkeyi yönetenler için ülkeyi “nitelikli ucuz emek” cennetine çevirmek en öncelikli hedefler arasında yer alıyor. Tabii ki onlar bu durumu “ucuz emek” olarak değil, “nitelikli ara eleman ihtiyacı” olarak formüle ediyorlar. “Memleket meselesi” ilan ettikleri meslek liseleri de, açtıkları meslek liselerinden hallice üniversiteler de bu hedefin bir parçası. Dahası, AKP’nin eğitim müfredatı üzerinden yaptığı sayısız değişikliğin gerici ideolojisini yaymanın ötesinde geleceğin işçilerini uysal köleler olarak şekillendirmek gibi bir amacı da bulunuyor.
Son yıllarda bu hedefle birlikte en fazla öne çıkan proje MESEM’ler oldu. Bugün 600 binin üzerinde genç MESEM’ler üzerinden kapitalist sömürü çarkının içine doğrudan itilmiş durumda. Bu 600 bin genç haftada 4 gün asgari ücretin yarısını bulmayan ücretler karşılığında “mesleki eğitim” adı altında çalıştırılıyor. Sigortaları da İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanan bu gençlerin haftada bir gün gittikleri okullarında aldıkları eğitimin niteliği ise oldukça tartışmalı. Sonuç olarak devletin yaptığı, yüz binlerce genci “eti senin kemiği benim” diyerek kapitalistlerin önüne atmaktan, onların geleceğini çalmaktan başka bir şey değil.
İşte bugün zorunlu eğitimi kısaltma tartışmaları altında hedeflenen, bu kölelik uygulamasını yaygınlaştırmak. Dertleri ne nitelikli bir eğitim sistemi ne de gençlerin mesleki tecrübe kazanması. Liseleri birer çalışma kampına ya da köle pazarına çevirmek, en ucuz ve uysal köleleri buralardan seçmek istiyorlar. Dün ucuz iş gücü ihtiyacı için “üç çocuk” fetvaları veriyorlardı. Bugün aynı ihtiyaçla “eğitime ne gerek var” demeye getiriyorlar. Gençliğe sömürü çarklarını arasında ezilip yok olmaktan başka bir gelecek şansı tanımıyorlar.
Çalmaya yeltendikleri sadece gençliğin geleceği değil. İşçi ve emekçi çocuklarının geleceğini ipotek altına alırken, bütün bir toplumun gelecek umutlarını da yok etmek istiyorlar. İzin vermeyeceğiz!
*-*-*
Mesleki eğitim mi, politeknik eğitim mi?
Kapitalistler için sosyalizm fikri ürkütücü bir hayalet gibidir. Ama yine de sosyalizm deneyimlerinin kimi uygulamalarını eğip bükerek işlerine geldiği gibi kullanmaktan geri durmazlar. Bu uygulamalardan biri de politeknik eğitimdir. Özendikleri politeknik eğitim ile hayata geçirmeye çalıştıkları mesleki-teknik eğitim arasında ise gece ile gündüz kadar fark vardır.
Her şeyden önce burjuvazi için eğitim toplumun sınıflara dayalı yapısının bir yansımasıdır. Onlara göre “Alt sınıflar, üzerine düşen görevleri yerine getirebilecek şekilde eğitilmelidirler. Onlar daha yüksek bir kültürün zenginliklerini değerlendirebilmeleri ve saygı göstermeleri için yeterli bir öğrenim görmelidirler.” Yani burjuvazi için mesleki-teknik eğitim alt sınıfların üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeleri için hazırlanmasından başka bir şey değildir.
Sosyalizm açısından ise eğitim sınıfsız toplumun inşasının en önemli araçlarından biridir. Sadece toplumun tüm bireylerine eşit, parasız ve bilimsel bir eğitim sunmakla yetinmez. Aynı zamanda eğitimi geleceğin sınıfsız-sömürüsüz toplumunun çok yönlü gelişkin insanının yaratılması çabası olarak ele alır.
Burjuvazi için eğitim süreçleri aynı zamanda kafa ve kol emeğinin ayrıştırıldığı süreçlerdir. Mesleki-teknik eğitim adı altında pazarladığı düşünce de bu çerçevede, düşünsel gelişimden koparılmış bir teknik yetkinlik ihtiyacını ifade eder. Daha doğru bir ifadeyle, yaratmak istediği şey, makinenin parçası hâline gelmiş robotlardan başka bir şey değildir.
Politeknik eğitimde ise bilim ve tekniğin karşılıklı ilişkisini kavrayan bireyler, üretim sürecinin bir aracı olmaktan çıkar, öznesi haline gelirler. Bu yaklaşım, okul eğitimi ile toplumsal üretim süreçlerinin iç içe örgütlenmesinin de kaynağıdır. Böylece bireyin üretim sürecine çok yönlü müdahalesinin ve toplumsal olarak çok yönlü gelişiminin koşulları yaratılır.
Ancak böylesi bir eğitim, üretim araçlarının özel mülkiyetine son vermeyi hedefleyen bir toplumsal düzenin ürünü olabilir. Politeknik eğitimin hayata geçmesi ancak sosyalist bir perspektifle mümkündür. Teknik eğitimi politik özünden kopardığınızda, okul yalnızca “makineyi işleten insan” yetiştiren bir üretim bandına dönüşür. Bugün kapitalist sistemin her fırsatta övdüğü ve “çözüm” diye sunduğu teknik eğitim modeli, esasında, sermayenin ihtiyaç duyduğu ucuz, itaatkâr ve vasıflı iş gücünü üretmekten başka bir amaca hizmet etmez.
Sosyalist eğitim anlayışı, bireyin yalnızca üretime katılan değil, aynı zamanda üretim ilişkilerine hâkim olan, sorgulayan, dönüştürme iradesi taşıyan bir özne olarak gelişmesini esas alır. İşte bu nedenle, teknik eğitimi yalnızca bir beceri kazandırma meselesi olarak değil, sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele almak zorunludur.