“Suruç’la birlikte tırmanan olaylar zinciri bugün içine hapsedilmek istendiğimiz baskı ve zorbalık düzeni için önemli bir kırılma noktasıdır. İşçi ve emekçilerin güçlenen mücadelesi, korku atmosferiyle dizginlenmek istenmiştir. Dahası, bu atmosfer içinde emekçileri birbirine kırdırmak için etnik kışkırtmalar körüklemekten de geri durmamıştır egemenler. Suruç’ta yaşananlar, egemenlerin her fırsatta başvurdukları “terör” demagojisinin asıl faillerinin kendileri olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir.”
İşçi sınıfı ve emekçiler ne zaman sesini yükseltmeye başlasa egemenler baskı ve şiddet politikalarına hız verirler. Yarattıkları korku atmosferi sömürü ve zorbalık düzenlerini ayakta tutmanın aracı olarak devreye girer. Bazen savaş sesleri yükselir böyle dönemlerde, bazen derin devletin bir aparatı olarak kullandıkları çeteleri meydana salarlar. Bu, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de böyledir. ’77 1 Mayıs’ında yaptıkları budur. Bahçelievler’de, Sivas’ta ve Gazi’de de…
Bundan 10 yıl önce Suruç’ta yaşanan katliam da öncesinde ve sonrasında yaşananlarla benzer bir sürecin parçasıdır. Suruç Katliamı, ne tek başına IŞİD’in gerçekleştirdiği bir terör saldırısıdır ne de tek başına Kürt halkına düşmanlığın eseridir.
Suruç’ta katledilenler halkların kardeşliğine, insanlığın eşit ve özgür geleceğine inanan gençlerdir. Yaklaşık 300 genç, 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta, Amara Kültür Merkezi’nde ABD emperyalizminin kirli oyunlarıyla insanlığın başına bela edilen IŞİD’in Kobanê’de gerçekleştirdiği vahşi katliamlara karşı toplanmışlardı. Kobanê’li çocuklara oyuncaklar, kitaplar ve tıbbi yardım malzemeleri götürmek için yola çıkmışlardı.
Tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bir katliama karşı sınırları aşan bir dayanışma ruhunu temsil ediyorlardı.
Onları gözü dönmüş katillerin hedefi haline getiren de bu oldu. Bir canlı bomba tarafından gerçekleştirilen intihar saldırısı ile 33 devrimci genç hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı.
Ama, saldırıyı gerçekleştiren sadece IŞİD değildi. Patlamanın yaşandığı parktaki güvenlik kameraları günler öncesinden devre dışı bırakılmıştı. Bu olaydan birkaç ay sonra Türkiye tarihinin en kanlı terör eylemi olan 10 Ekim’de olduğu gibi, patlamanın yaşandığı bölgede tek bir “güvenlik görevlisi” bulunmuyordu. Dahası, polis saldırının ardından yaralıları ambulanslara taşımaya çalışanların üzerine ateş açtı. Devlet, açıkça yaşanan katliamın suç ortağıydı…
Katliamın birkaç hafta öncesinde 7 Haziran seçimlerinde AKP, ilk kez tek başına hükümet kuracak oy oranını elde edememişti. “Biz olmazsak terör, şiddet eylemleri tırmanır” diyerek toplumu tehdit ediyor, iktidardan vazgeçmemek uğruna her şeyi göz aldığını itiraf ediyordu. Yaptığı, toplumu sindirip kendi iktidarını kabul ettirme çabasından başka bir şey değildi. Suruç, bu tehdit politikasının ilk işaretiydi. 10 Ekim katliamı ise zirve noktası oldu.
Doğal olarak katliamın faillerinin ortaya çıkarılması da işlerine gelmedi. Delillerin karartılması, mahkeme süreçlerinin sonuçsuz kalması için ellerindeki tüm imkanları kullandılar. Halen de kullanmaya devam ediyorlar. Aradan geçen 10 yıla rağmen katliamı inceleyen mahkeme sonuçlanmış değil. Katliamda parmağı olan kamu görevlilerinin açığa çıkartılması için tek bir adım bile atılmış değil. “Bağımsız” dedikleri yargı, her olayda olduğu gibi Suruç’ta da onlara hizmet etmeye devam ediyor.
Suruç’la birlikte tırmanan olaylar zinciri bugün içine hapsedilmek istendiğimiz baskı ve zorbalık düzeni için önemli bir kırılma noktasıdır. İşçi ve emekçilerin güçlenen mücadelesi, korku atmosferiyle dizginlenmek istenmiştir. Dahası, bu atmosfer içinde emekçileri birbirine kırdırmak için etnik kışkırtmalar körüklemekten de geri durmamıştır egemenler. Suruç’ta yaşananlar, egemenlerin her fırsatta başvurdukları “terör” demagojisinin asıl faillerinin kendileri olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar işçi sınıfının, gençliğin, ezilenlerin eşit ve özgür bir dünyaya olan özlemini, eşitlik ve kardeşlik düşünü yok edemezler. Suruç’ta katledilen devrimci gençlerin kurduğu köprü, Denizlerin 50 yılı aşkın süre önce Filistin halkıyla kurduğu kardeşlik köprüsünün devamıdır. Bu köprü, insanlığın eşit ve özgür geleceğine uzanan köprüdür.