Direnmekten başka yol yok!

İşçi ve emekçiler; hakları ve geleceği için, krizin ağır faturasına karşı fabrika fabrika birleşmeli, havza havza mücadelesini güçlendirmeli, artık işi arsızlığa vardıran bu baskı ve zorbalık düzenine karşı topyekûn direnişe geçmelidir.

Saray rejiminin Orta Vadeli Program ile dayattığı ekonomik ve sosyal yıkımın faturası ağırlaşıyor. Çalışma ve yaşam koşulları milyonlarca işçi, emekçi ve emekli için artık katlanılmaz boyutlarda. Saray erkanı bir yandan ekonomi programının “kararlılıkla” uygulanacağı mesajı veriyor, diğer yandan yoksulluk ve sefalet içinde bulunan milyonlara sabır telkin ediyor. İçi boş söylemlerle bilinçleri bulandırmaya, ortada olan yıkımı perdelemeye çalışıyor. Bu ağır tabloya karşı mücadele etmek isteyen işçi ve emekçileri ise baskı ve yasaklarla engellemeye çalışıyor. Mızrağın çuvala sığmadığını gördükçe, manipülasyona dayalı söylemlerin dozu artıyor.

Geçtiğimiz günlerde katıldığı bir etkinlikte konuşan Erdoğan, yoksulluk ve sefaleti derinden yaşayan işçi ve emekçilere yeni ekonomi “müjdeleri” verdi. Anlattıklarına göre “artık ekonomide farklı bir lige” çıkmıştık. “Milli gelirimiz ilk kez 1 trilyon doları” aşmış, “1 trilyon 371 milyar dolara” ulaşmıştı. “Kişi başına düşen gelir 15 bin 971 dolar” olmuştu. “Dış ticarette rekor” kırılmıştı. Mart ayında aylık 2 milyar 64 milyon dolar olan mal ihracatı, temmuz ayında 25 milyar dolarla “Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine” ulaşmıştı.

Evet, verilen “müjdeler” bunlardı. Ancak bu söylenenler doğruysa, ihracat “Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine” ulaştıysa, bu işçilerin daha uzun, daha ağır koşullarda çalıştırıldığı, daha fazla sömürüldüğü anlamına gelir.

Gururla sunulan bu ekonomik tablodan “işçi ve emekçilerin payına ne düştü?” diye sormak bile bu gerçeği görmek için yeterli. Birleşik Metal-İş’in Temmuz 2025 verilerine göre açlık sınırı 25 bin 952 TL, yoksulluk sınırı ise 89 bin 768 TL. Buna karşılık asgari ücret yalnızca 22 bin 104 TL. Çalışanların yarısına yakını asgari ücret düzeyinde, neredeyse tamamı ise yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor.

Erdoğan’ın “ekonomide bir üst lige çıkma” müjdesi verdiği günlerde, DİSK-AR tarafından yapılan açıklama aynı tabloyu başka bir açıdan gözler önüne seriyor. Yapılan araştırmaya göre 17 milyon ücretli çalışanın, yılın ilk yedi ayında artan enflasyon ve vergi yükü nedeniyle yaşadığı toplam kayıp 972 milyar TL. Bunun 526 milyar lirası enflasyon, 446 milyar lirası ise vergi soygununun sonucu. Araştırma açıkça şunu söylüyor: İşçilerin aldığı ücretler yerinde saymıyor, alım gücü her geçen gün eriyor. Sadece yedi ayda, asgari ücretin alım gücü 4 bin 128 TL azalmış durumda. Yani “bir üst lige çıkan” ekonominin kaymağını sermaye yiyor, işçiye ise ağır, kölece çalışma koşullarında yok pahasına çalışmak düşüyor.

Örneğin işçileri Koç Holding’den daha çok vergi veriyor. Saray iktidarının övgü dolu ekonomi güzellemeleri, milyonlarca işçi ve emekçinin emeği, alın teri karşılığında; bir avuç asalak sermayedarın artan kâr oranlarının, üretim ve ihracat rekorlarının verilerine dayanıyor.

Erdoğan kısaca diyor ki: Zengin çok daha zengin, geri kalanlarsa sefaletin dipsiz kuyusunda!

İşçi sınıfı ve emekçilerin direnmekten başka bir yolu yok!

Ekonomik/sosyal yıkıma, insanlık dışı çalışma ve yaşam koşullarına karşı işçi sınıfının birleşik, kitlesel mücadelesi tek çıkış yolu. Bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da ne kazanılacaksa, işçi ve emekçiler bir parça rahat nefes alacaksa bu ancak verilecek mücadele ile olanaklı. Uçan ekonomi güzellemeleri ile milyonların çalışma ve yaşam koşulları arasında bulunan açı ortada…

Kamu işçileri direnmezse, memurlar sefalete karşı çıkmazsa, yaklaşan MESS TİS sürecinde metal işçileri haklarını koparıp alacak bir hazırlık ve mücadele içine girmezse, yıkımın derinleşeceği açık.

İşçi ve emekçiler; hakları ve geleceği için, krizin ağır faturasına karşı fabrika fabrika birleşmeli, havza havza mücadelesini güçlendirmeli, artık işi arsızlığa vardıran bu baskı ve zorbalık düzenine karşı topyekûn direnişe geçmelidir.