Kürt sorunu ancak tam hak eşitliğine dayalı olarak ve gönüllü birlik temelinde çözülebilir. Böyle bir çözümün adresi ise ne emperyalizmin çözüm masaları ne de düzen meclisinin komisyonlarıdır. Çözüm için yapılması gereken, “işçilerin birliği halkların kardeşliği” bakışıyla hareket etmek, sorunun esas kaynağı olan sermaye iktidarı ve onun efendisi emperyalist güçlere karşı mücadeleyi büyütmektir.
Bugün dünyada yaşanan hiçbir gelişme, emperyalizm denilen sistemin kendi iç çelişkilerinden, emperyalist devletlerin pazar, hammadde ve nüfuz mücadelesinden bağımsız ele alınamaz. Emperyalist güçler arasında derinleşen çelişkiler, yaşanan mücadele ve çatışmaların temelini oluşturuyor.
Bu çatışma ve mücadelelerin en yoğun sürdüğü bölgelerin başında Ortadoğu geliyor. ABD, İsrail’le birlikte bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Yaşanan gelişmeler, bu doğrultuda epey mesafe kat edildiğini gösteriyor. Suriye rejimi yıkıldı. ABD’ye karşı direnen Hizbullah ağır darbeler aldı ve artık onun da “silahsızlandırılması” konuşuluyor. ABD ve İsrail’in Gazze’ye dönük planları arasında bölgenin Filistinlilerden tamamen “temizlenmesi” bile bulunuyor. İran’a yönelik kuşatma politikası ise artık doğrudan saldırganlığa evriliyor.
ABD, Ortadoğu’daki çelişki ve çatışmaları yöneterek, bölgedeki tüm güçleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeyi hedefliyor. Bu ilişkiye direnen güçleri ise tasfiye etmeye ya da etkisizleştirmeye çalışıyor. Dünya üzerindeki hegemonyasını yeniden tesis etmeyi amaçlayan bu yaklaşım, bölgedeki tüm devlet ve örgütleri yeni pozisyonlar almaya zorluyor.
Kürt sorununa dönük olduğu iddia edilen son gelişmeler de işte böyle bir ortamda gündeme geliyor. Kürt sorunu, Kürt halkının temel ulusal haklarının inkâr edilmesi ve bu inkâra karşı gelişen mücadelenin bastırılması ekseninde şekillenmiş tarihsel bir sorundur. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana bu inkâr ve imha politikasını değişmez bir devlet politikası hâlinde sürdürmüştür. Bugün tasfiye edilmesi gündemde olan PKK, bu politikaların bir sonucu olarak doğmuş ve buna karşı mücadele içinde Kürt halkı içerisinde önemli bir temsiliyet kazanmıştır.
Bugün gündemde olan “yeni süreç” ise, bu politikalarda köklü bir değişimden değil, AKP-MHP iktidarının Ortadoğu’daki yeni güç dengelerinden kaynaklanan fırsatları değerlendirme ve risklere karşı önlem alma ihtiyacından doğmaktadır. Sürece “terörsüz Türkiye” adı verilmesi, sıkça Türk-Kürt-Arap ittifakı vurgusunun yapılması, Osmanlı dönemine atıflarda bulunulması ve “büyük ve güçlü Türkiye” söylemleri eşliğinde Ortadoğu’daki fırsatlardan söz edilmesi bu yaklaşımın göstergesidir.
Bu süreç sermaye sınıfının da tam desteğine ile yürütülmektedir. Büyümek ve güçlenmek isteyen sermaye sınıfı, bu hedefe emperyalist merkezlerin Ortadoğu politikalarına uyum sağlayarak ulaşabileceğini düşünmektedir. Bunun ne mânâya geldiği görmek isteyenlerin, emperyalizmin cihatçı çetelere teslim ettiği Suriye’yi yağmalamak için Türk şirketlerinin nasıl sıraya dizildiğine bakmaları yeterlidir.
Dolayısıyla sermaye iktidarının iç politikada destek sağlamak ve Ortadoğu’ya yönelik emperyalist planlar içinde daha güçlü yer tutmak için gündeme getirilen süreçten işçi sınıfı, emekçiler ve Kürt halkı için anlamlı sonuçlar ummak ölüden gözyaşı beklemekten farksızdır.
Bugün Türkiye toplumunun bir kesimi, bu sürecin Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin temel sorunlarının çözümüne katkı sunacağını düşünmektedir. Diğer bir kesim ise, Kürt halkının haklarının tanınmasının “bölünmeye” yol açacağı korkusunu yaymakta ve sürece karşı çıkmaktadır.
Her iki yaklaşım da sorunludur. Kürt sorununun bugüne kadar çözülememiş olmasında ve emperyalist güçler ile onların işbirlikçisi sermaye sınıfı için kullanışlı bir araca dönüşmesinde bu iki yaklaşımın da doğrudan sorumluluğu vardır.
İşçi sınıfı ve emekçiler bu iki tutumdan birine yedeklenmemelidir. Kürt sorunu ancak tam hak eşitliğine dayalı olarak ve gönüllü birlik temelinde çözülebilir. Böyle bir çözümün adresi ise ne emperyalizmin çözüm masaları ne de düzen meclisinin komisyonlarıdır. Çözüm için yapılması gereken, “işçilerin birliği halkların kardeşliği” bakışıyla hareket etmek, sorunun esas kaynağı olan sermaye iktidarı ve onun efendisi emperyalist güçlere karşı mücadeleyi büyütmektir.