Ancak tüm bu yasaklamalar sanatın mücadele ile olan bağını koparamamıştır. Sömürü, savaş ve baskı düzeni devam ettiği sürece sanat her zaman bu düzene karşı verilen mücadelenin önemli bir alanı olmaya devam edecektir.
Emperyalist savaşlar, yalnızca toprakları ve halkları yok oluşa sürüklemiyor. Aynı zamanda insanlığın düşünsel, kültürel ve sanatsal birikimini de hedef alıyor. Tarih boyunca emperyalist devletler hegemonyalarını pekiştirmek için giriştikleri bu savaşlarda hem yaratılan birikimi yok ettiler, hem de halklarının direnişini simgeleyen sanatsal üretimleri sansürle ve türlü baskılarla ortadan kaldırmaya çalıştılar.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya, kültürel üretimler ve entelektüel birikim açısından da büyük bir yıkıma uğradı. Direnişi ve özgürlük mücadelesini anlatan sanatçıların eserlerinin sansürlenmesi, yasaklanması da hız kazandı. Çünkü savaşın yıkımı ve kapitalizm eleştirisi kültürel-sanatsal üretimlerde özel bir yer edinmeye başlamıştı.
Emperyalist savaşı bir iç savaşa dönüştüren ve Sovyet Devrimi’ni gerçekleştiren komünistler, kapitalist-emperyalist dünya düzenine karşı mücadelelerini kültürel ve sanatsal alanda da sürdürüyorlardı. Bu dönemde sanat, sadece estetik bir üretim olarak değil, aynı zamanda halkların mücadelesine katkı sağlayan bir araç olarak görülüyordu. Bu bağlamda yazılmış romanlar, marşlar, şiirler ve diğer sanatsal eserler, emperyalist devletler tarafından büyük bir sansüre tabi tutuldu. Dünyada devrimci bir çığlık haline gelen “Enternasyonal” marşı Avrupa’da yasaklandı ve birçok ülkede yasaklı şarkılar arasında yerini aldı.
İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte, emperyalizmin baskıcı politikaları daha da sertleşti. Savaşın ardından, yaratılan kültürel-sanatsal birikim bir kez daha yok edilmek ve sansürlenmek istendi. Zira bu eserler faşist rejimler ve emperyalist devletler tarafından büyük bir tehdit olarak algılanıyordu.
Bertolt Brecht sürgüne gönderildi. Federico García Lorca faşistler tarafından katledildi. Nazi faşizminin barbarlığını simgeleyen Pablo Picasso’nun ünlü eseri “Guernica”nın Nazi işgali altındaki Fransa’da sergilenmesi yasaklandı. Hemingway’in İspanya iç savaşını anlatan “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” kitabı özgürlük için mücadele ve örgütlenme çağrısı yaptığı için, Jack London’ın “Demir Ökçe” kitabı “Bizim davamız insanlığın davasıdır; ezilenlerin, sömürülenlerin ve zincire vurulmuşların kurtuluş davasıdır” vurgusuyla sınıf mücadelesine dikkat çektiği için sansürlendi. İşçi sınıfının mücadelesini, halkların emperyalizme karşı direnişini anlatan her türlü üretim baskıların hedefi oldu.
Bu sansür uygulamaları aslında halkların direnişinin ve özgürlük mücadelesinin ne kadar etkili olduğunun da bir göstergesidir. Nazi Almanyası’ndan faşist İtalya’ya ve Latin Amerika’ya kadar, sanatsal ürünler halkın düşünsel özgürlüğünü simgelediği için yok edilmeye çalışıldı. Ancak devrimci sanat baskılara rağmen var olmaya devam etti. “Bella Ciao” gibi halk şarkıları, sadece savaşın acılarını değil, aynı zamanda direnişi ve özgürlüğü simgeleyen bir biçimle yeniden doğdular. Bu şarkı, Nazi işgali altındaki İtalya’da, pirinç tarlalarında çalışan emekçi kadınların ağıtlarından doğarak, partizanlar tarafından verilen özgürlük mücadelesinin bir simgesine dönüştü. “Fakat gün gelecek hepimiz hürriyet içinde çalışacağız” diyen kadınların sesi artık “Bu çiçeğin sahibi partizan hürriyet için canını verdi!” diyerek yankılanıyordu. Benzer şekilde, Neruda’nın “Halkız biz doğarız ölümlerden” dediği “Buğdayın Türküsü” şiiri, faşizme ve emperyalist işgallere karşı halkların yükselttiği direnişin sesi oldu.
Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu. Yüzyılı aşkın süredir egemenler işçi sınıfının ve halkın direnişini engellemek amacıyla kültürel üretimleri baskılama yoluna gitmiştir. Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ahmet Arif ve Orhan Kemal gibi yazarların eserleri yasaklanmış, halkın özgürlük mücadelesine katkı sağlayan şiirler ve romanlar sansüre uğramıştır. Aynı şekilde, AKP’li yıllarda da konserler, festivaller, tiyatro oyunları, sinema filmleri ve sergiler, “düzeni” eleştiren içerikleri nedeniyle yasaklanmış, sansürlenmiştir.
Ancak tüm bu yasaklamalar sanatın mücadele ile olan bağını koparamamıştır. Sömürü, savaş ve baskı düzeni devam ettiği sürece sanat her zaman bu düzene karşı verilen mücadelenin önemli bir alanı olmaya devam edecektir.