MESS düzeni yıkılmalıdır!

Metal sanayinin gelişimini teknik, ekonomik ve siyasi boyutlarıyla kendi sınıf bilinci ile yorumlayan ve buna göre kendi gelişimini planlayan MESS, asıl gücünü ise metal işçilerinin mücadelesinin zayıflığından almaktadır. Çalışma ve yaşama koşullarının biriktirdiği öfkeye karşın metal işçisinin sınıf bilincindeki kırılma MESS’in en büyük kozudur. Devlet gücü ile dayatılan yasal sınırlar ile uzlaşmacı ve ihanetçi sendikal anlayış ve pratikler ise en temel dayanak noktalarıdır.

Taslakların açıklanması ile birlikte MESS Grup TİS süreci resmen başladı. İş kolunda örgütlü işçi sendikalarının açıkladıkları taslaklara bakıldığında, imzalanacak olan toplu sözleşmenin metal işçilerinin içine itildiği sefalet koşullarını hafifletmesi imkânsız görünüyor. Dahası metal işçisi örgütlü özgücü ile masaya yumruğunu vurmadığı koşullarda, bu taslaklardan çıkacak sonuç bir kez daha sömürü koşullarının derinleşmesi olacaktır.

Bugün MESS üyesi işyerlerinde ortalama sömürü oranı yüzde 350 civarında. Yani, bu işletmelerde çalışan bir metal işçisi kazandığı her yüz lira karşılığında kapitaliste 350 lira kazandırıyor. Bu örneği genelleştirirsek, örneğin 1000 işçinin çalıştığı bir işletmede, işçilerin aldığı 1’er liralık ücretler karşılığında tek bir kapitalist tam 3500 lira kâr elde ediyor. İşçiler en temel insani ihtiyaçlarını bile karşılayamazken, kapitalistler sermayelerini büyütmeye, servetlerine servet katmaya devam ediyor.

Bu tablonun gerisinde, kapitalist sömürü mekanizmasının işleyiş yasası yatıyor. Kapitalist sömürüye son verilmediği sürece oranlar değişir ama bu akıl ve mantık dışı işleyiş varlığını sürdürür. Bu oranlardaki artış ve azalışları belirleyen ise sınıflar arasındaki güç dengesidir. İşçi sınıfının parçalı, dağınık ve örgütsüz; devlet ve işbirlikçi sendika bürokrasisine sırtını dayayan sermaye sınıfının örgütlü olduğu koşullarda, akıl ve mantık sınırlarını zorlayan bu rakamların daha da yükselmesi, vahşi sömürü koşullarının daha da derinleşmesi kaçınılmazdır. Söz konusu olan Türkiye kapitalizminin belkemiğini oluşturan metal sektörü olduğunda, MESS’in varlık nedeni de tam olarak budur.

Kapitalist sömürünün 11 ilkesiz girişimcisi

MESS 1959 yılında, kendi iddialarına göre “Çağdaş, ileri görüşlü, sanayileşmeye kendilerini adamış ve ilkeli 11 girişimci” tarafından kuruldu. Bu yıllar Türkiye kapitalizminin hızlı bir şekilde gelişip serpildiği, kapitalistlerin palazlanmaya, örgütlü bir güç haline gelmeye çalıştığı yıllardı.

MESS bu yılları işçi sendikalarının yürürlükteki yasaların uygulanmasını sağlamaya çalıştığı bir dönem olarak tanımlıyor. Bir bakıma, o günlerde de işçilerin mevcut yasalardaki haklarını bile kullanamadığını itiraf etmiş oluyor. Yine MESS’e göre, o dönem kurulan patron sendikaları ise kısmen işçi sendikalarına özentiyle, daha yoğun olarak da üyelerine ithal malı hammadde ve malzeme ya da yedek parça tahsis ettirmek ve bunların dağıtımını yapmak amacıyla kuruluyor. “Çağdaş, ileri görüşlü, sanayileşmeye kendilerini adamış ve ilkeli 11 girişimci” işte bu koşulları kendileri adına değiştirmek hedefi ile yola çıkıyorlar.

Geride kalan 65 yılda ortaya çıkan tabloya bakıldığında, bu “ilkeli” kapitalistlerin hedeflerini önemli oranda hayata geçirmeyi başardığını da söyleyebiliriz. İstanbul Sanayi Odası tarafından açıklanan “Türkiye’nin En Büyük 500 Sanayi Kuruluşu” araştırmalarında her yıl ilk 10 firmanın 8 veya 9’u MESS üyesi işyerlerinden oluşuyor. Bugün yaklaşık 250 üyesi bulunan MESS’in üyelerinin yarısından fazlası da yine bu listede kendilerine yer buluyorlar. Yani MESS, sadece metal kapitalistlerinin ortak çıkarlarını savunmakla kalmıyor, Türkiye kapitalizmi içinde de önemli bir ekonomik ve politik güç odağı durumunda bulunuyor.

MESS’in bu gücü elde etmesinde daha ilk yıllarından itibaren inşa ettiği katıksız işçi düşmanı kimliği özel bir rol oynuyor. Kendisine sözde “üretim faaliyetinin vazgeçilmez unsuru olan işçiler ve sendikaları ile tam bir anlayış ve beraberlik bilincini yaratmak” gibi bir misyon tanımlıyor. Ancak bu “anlayış ve beraberlik bilinci”nin tek koşulu, kendi kâr oranlarının her koşulda artmasından başka bir şey değil.

Daha 1970’li yıllarda gerçekleşen Profilo Direnişi bu açıdan önemli bir örnek olarak karşımızda duruyor. Bu direnişin başlama gerekçesi, Profilo patronu Jak Kamhi’nin MESS direktiflerine uyarak DGM direnişlerine katılan işçileri işten atmasıdır. MESS ayrıca direnişi kırmak için doğrudan rol üstlenerek, eyleme katılan işçilerin işten atılacağını açıklayan bir bildiriyi direniş sırasında işçilere dağıtmıştır. Profilo patronu Jak Kamhi ise bu durumu, direnişin ikinci gününde gazetelere verdiği demeçte, “Olay beni aşmıştır. MESS’in ve emniyetin işi olmuştur. MESS ve emniyet güçleri benim işyerimi ve bulunduğu bölgeyi pilot bölge seçmişlerdir. Burada her olaya müdahale etmek, düğümü burada çözmek kararındalar” diyerek itiraf etmiştir. ‘70’li yılların ortalarında yaşanan Profilo ve benzeri örneklerle birlikte MESS’in sınıf düşmanı kimliği iyice açığa çıkmıştır.

Bu dönemde MESS açısından önemli başka bir gelişme de toplu sözleşme politikasındaki değişimdir. 9 Kasım 1976 tarihinde gerçekleştirdiği 20. genel kurulunda MESS, tek tek kapitalistlerde olan toplu sözleşme yapma yetkisini kendisinde toplayarak, işçi sınıfının karşısına tek bir güç olarak çıkmayı hedeflemiştir.

MESS’in o güne kadar hiç sahip olmadığı böylesi bir güce ulaşması metal işçilerine yönelik saldırganlığını azdırmış ve metal işçilerinin tarihinde Büyük Grev olarak da anılan ‘77-‘80 grevlerine neden olmuştur. O dönem metal iş kolunda faaliyet gösteren Maden-İş’i eş zamanlı grevlerle ekonomik darboğaza sokmaya ve bu sayede metal işçilerini pes ettirmeye çalışan MESS, bu grevlerde hiç de beklemediği bir şekilde metal işçilerinin ortak mücadelesinin etkisini ve gücünü görmüştür.

12 Eylül ve MESS düzeni

MESS, işçi sınıfının derinleşen sömürüsü ve sefaleti pahasına yeni bir çalışma rejimi inşa etmeye çalışırken, devlet gücünü de her zaman arkasına almıştır. ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda birçok vesile ile karşımıza çıkan bu gerçek en çıplak haliyle 12 Eylül askeri faşist darbesi ile görülmüştür. 12 Eylül aynı zamanda MESS’in temsil ettiği sermaye birikiminin gücü ile Türkiye kapitalizmi içinde sahip olduğu özel konuma ilişkin önemli bir göstergedir.

12 Eylül’le birlikte devrimci işçiler fabrikalardan atılıp zindanlara tıkılırken, o güne kadar metal işçilerinin mücadelesinin en temel mevzisi olan Maden-İş Sendikası da DİSK’le birlikte kapatıldı. Bu tarihi fırsatı değerlendiren MESS, sendikalar yasasında yaptırdığı düzenleme ile sendikasız kalan işçileri bizzat kendi eliyle faşist Türk Metal çetesine üye yaptı. MESS’in bu tarihsel adımının amacı, bundan sonra gelişecek mücadeleyi bu taşeron örgüt eliyle en baştan denetim altına alıp bastırabilmekti.

1979’da MESS Başkanı olan Turgut Özal, hem 12 Eylül’le yürürlüğe sokulan ekonomi politikalarının şekillendiği 24 Ocak Kararları’nın mimarı hem de 12 Eylül faşist darbesinin ardından bu kararların bizzat uygulayıcısı oldu.

12 Eylül’le birlikte kurulan bu yeni düzen işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve güvencesizliği üzerinde yükseldi. Ücretler düzenli olarak düşürüldü, sosyal haklar tırpanlandı, çalışma koşulları sürekli ağırlaştırıldı. MESS ise tek tek fabrikalardaki uygulamalar, dayattığı toplu sözleşmeler, bu çerçevede gerekli yasal düzenlemeler için yaptığı politik müdahalelerle bu yeni çalışma rejimini hayata geçirdi. Esneklik ve güvencesizliğe dayalı bu yeni çalışma rejiminde metal işçisi ve bir bütün olarak işçi sınıfı kaybetti. MESS kodamanları ile kapitalistler ise servetlerine servet kattılar. Sermaye, devlet ve işbirlikçi sendikal bürokrasinin kirli iş birliğine dayanan sömürü düzeni Türkiye kapitalizminin belkemiğini oluşturan metal sektöründe böyle inşa edildi.

Metal sanayinin gelişimini teknik, ekonomik ve siyasi boyutlarıyla kendi sınıf bilinci ile yorumlayan ve buna göre kendi gelişimini planlayan MESS, asıl gücünü ise metal işçilerinin mücadelesinin zayıflığından almaktadır. Çalışma ve yaşama koşullarının biriktirdiği öfkeye karşın metal işçisinin sınıf bilincindeki kırılma MESS’in en büyük kozudur. Devlet gücü ile dayatılan yasal sınırlar ile uzlaşmacı ve ihanetçi sendikal anlayış ve pratikler ise en temel dayanak noktalarıdır.

Metal işçileri için sömürü ve sefaletin kaynağı olan MESS düzenini yıkmaktan, bu düzeni kuran kirli iş birliğine son verip şer ittifakını dağıtmaktan başka bir kurtuluş yolu yoktur.

*-*-

Su katılmamış işçi düşmanları

Lafa gelince her fırsatta “diyalog, uzlaşı ve iş birliği”nden bahseden MESS, tarihi boyunca işçi düşmanlığı yapmaktan, metal işçisinin hak talebine karşı en kirli yöntemleri kullanmaktan geri durmadı. Bu çerçevede MESS’in gerçek yüzünü ortaya seren gelişmelerden biri de 1977 yılında “Büyük Grev” sırasında yaşanmıştı. Önce eş zamanlı grevlerle Maden-İş’i ekonomik darboğaza sokmak ve metal işçisini pes ettirmek isteyen MESS, bu hedefine ulaşamayınca grev kırıcılığı için kirli planlarını devreye sokmuştu. Maden-İş gazetesinin 15 Ağustos 1977 tarihli 92. sayısında bu gelişmeler şöyle anlatılıyor:

“MESS grevlerimizi kırmaya çalışıyor. Bu yolda yeni kararlar aldı. MESS’in bu kararlarını tüm kamuoyuna açıklıyoruz:

Karar 1- İşçiler grevi büyük bir kararlılıkla sürdürüyorlar. Bunu önlemek zorundayız. Bunun için işçiler arasında ikilik çıkarmaya çalışılacak. Bu yolda gerekli bazı girişimlerde ve fedakârlıklarda bulunulacaktır.

Karar 2- İşçilerle iyi münasebetler kurulacak ve onlara, kendileriyle bir sorunumuzun olmadığı, fakat sendikalarının uzlaşmaz bir tutum içinde olduğu anlatılacak. İşçilerle sendikanın arası açılacaktır.

Karar 3- Grevci işçilerden dışarıda iş bulup çalışanlar var. Onlar çalıştığı sürece bu grevler bitmez. Bu nedenle: Sivil hafiye teşkilatı kurulacak ve çalışan işçiler birer birer tespit edilecektir. Ayrıca da gizli bir polis-ajan teşkilatı ile bunların yeni iş bulmaları kesinlikle önlenecektir.

Karar 4- İşçilerin kendileri, eşleri ve çocukları çeşitli yayınlarla grevi sona erdirmeleri için ikna edilmeye çalışılacaktır. MESS, adresleri tespit edecek hazırlayacağı gazete, bildiri ve açıklamalı yazıları bu adreslere sürekli gönderecektir.

Karar 5- Sendikanın militan zihniyetli birtakım adamları var. Bunlarla tek tek uğraşılmayacak, bunların tamamı bazı yollarla işçileri uyandıramayacak duruma getirilecektir.

Karar 6- İşçilerin ne düşündükleri, neler konuştukları, şikayetlerinin neler olduğu sürekli izlenecek, bütün işyerlerinde memnun edilecek bazı işçiler aracılığı ile bunlardan bilgi toplanacak ve değerlendirilecek.

Karar 7- Sendikanın içinden haberler alınmaya çalışılacaktır. Bunun için sendika içinden bize haber iletecek elemanlar bulunacaktır.

Karar 8- Çok sayıda işyeri, uyuşmazlık yaratılarak greve götürülecek ve sendikanın para gücü bu yolla tüketilecektir.

Karar 9- Sendikanın çok parası olduğu, grevci işçilere az para ödediği durmadan tekrarlanacak ve sendikanın yaptığı ödemeleri eleştiren işçiler tespit edilerek bunların toplantılarda bu konuyu dile getirmeleri yolları araştırılacaktır.

Karar 10- Bazı kuruluş ve kişilerin grevci işçileri maddi-manevi olarak destekledikleri ortadadır. Grevci işçilere açıktan yardımcı olan kuruluşlarla grevcilerin aralarını açmak için MESS girişimlerde bulunacak ve bu kuruluş mensuplarının grev yerlerine girmelerine işçilerin karşı çıkmaları yolları aranacaktır.

MESS bu kararları almış bulunuyor. Grevlerimizi bunlarla kıracakmış. ‘Grevleri kırmak bizim doğal hakkımızdır’ diyor, bunu da gizlemiyor.

Evet MESS, siz grev kırıcılık hakkınızı sonuna kadar kullanınız. Hatta birkaç toplantı daha yapıp daha başka kararlar da alınız. Elinizden geleni arkanıza koymayınız. İşte grevler, işte siz ve işte de biz… Grevler işyerlerimizde, bizler grev çadırlarımızda, nöbetimizdeyiz. Sizler de villalarınızda, köşklerinizde, hotel ve motellerinizde, plajlarınızdasınız.

Sizleri bekliyoruz, gelin kırın grevlerimizi…”