
Bugün dünyamız kapitalizmin yol açtığı savaşlar, çevre yıkımı, yoksulluk, açlık gibi sorunlar içinde büyük bir felakete doğru giderken, insanlığın önünde sadece iki seçenek buluyor: Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!
108 yıl önce, 1917’nin 25 Ekim’inde (bugünkü takvimle 7 Kasım) işçi sınıfı tarihte ilk kez siyasi iktidarı kendi eline aldı.
Tüm dünyada işçi sınıfına, emekçilere ve ezilenler halklara kurtuluşun yolunu gösteren bu sarsıcı olay, hiç şüphe yok ki yeni bir çağın da başlangıcının ilanı oldu. Bu muazzam tarihsel gelişme işçi sınıfının gereğince örgütlendiğinde nelere kadir olabileceğini ortaya koymakla kalmadı. Temelleri Marx ve Engels tarafından ortaya konulan sınıf mücadelesi yasalarının da doğrulanması oldu.
Çarlık Rusyası’nda yaşayan her milliyetten Rusya işçi ve emekçilerin bu devrimle kurduğu Sovyet Cumhuriyeti artık yaşamıyor. Ama bu devrimin dersleri ve deneyimleri yol göstermeye, mücadelemizde biz işçilere ışık olmaya devam ediyor.
***
Ekim Devrimi bir anda patlak vermedi. Onun gerisinde yıllarca süren sınıf mücadeleleri ve bu mücadelelere önderlik eden işçi sınıfının devrimci partisi, yani Bolşevik Parti vardı.
Rusya’da Çarlık tüm toplumun üzerine bir karabasan gibi çökmüştü. Toprakların çoğu Rus feodalleri ve zengin köylüleri tarafından bölüşülmüştü. Yoksul köylüler onların topraklarında çalışıyor ama açlıktan kırılıyordu.
Fabrikalarda günde en az on iki-on dört saat çalışan işçiler de ağır bir sefalet ve yoksulluk içinde yaşıyorlardı. Azgın sömürüye kötü yaşam koşulları eşlik ediyordu. Demokratik hak ve özgürlükler yok denilecek kadar azdı. İşçi sınıfının örgütlenmesinin önü baskı, yasak ve kısıtlamalarla kesiliyor, sendika kurmak ve greve çıkmak bile suç sayılabiliyordu. Düşünceyi ifade etmek, gösterilere katılmak da cezalandırılması gereken eylemlerdi.
Azgın sömürü ve baskılar Çarlık yönetimine karşı büyük bir öfke birikimine yol açtı. 1905 yılında işçiler ayağa kalktılar. Petersburg’da grevler yayıldı, işçiler, kendi meclislerini, Sovyetleri kurdular. Tüm Rusya’da fabrikalardan seçilen temsilciler Sovyetlerde yer alıyor, işçiler ve köylüler karar alma süreçlerine doğrudan katılıyorlardı. Burjuva parlamentolarından farklı olarak bu temsiliyet, alınan kararların işçilerden ve emekçilerden kopmasına izin vermiyordu. Böylece Sovyetler işçi sınıfı demokrasisinin en canlı örneğini oluşturdu.
1905 yılında gerçekleşen ayaklanma yenildi ama çok önemli bir gerçeği ortaya koydu. İşçiler bir araya geldiklerinde, hiçbir güç onların önünde duramıyordu. Çarlık geçici de olsa bu devrim kalkışmasının basıncıyla kimi hakları tanımak, bazı reform kararları almak zorunda kaldı.
Sonraki yıllarda Rusya’da koşullar ağırlaşırken, 1905 devrim kalkışmasının ardından geçici bir durgunluk yaşayan işçi hareketi 1912 yılına doğru tekrar canlandı. 1914’de ise Birinci Dünya Savaşı başladı. Halkın çocukları cephelerde can verirken, zenginler savaşın kârını topluyordu. Köylerde ve şehirlerde açlık sıradanlaşmıştı. Kadınlar sabahın köründe ekmek için sıraya giriyor, kimi zaman hiçbir şey bulamadan dönüyordu. İşte bu koşullarda, 1917 Şubat’ında kadınlar eylemlere başlayarak, “Ekmek istiyoruz!” haykırışını yükselttiler. Onlara fabrikalardan işçiler, daha sonra askerler katıldılar. Sokaklarda yüz binler yürüdü ve Çarlık devrildi.
Çarın gitmesi emeğin kurtuluşu anlamına gelmedi. Yerine geçen burjuva hükümet savaşı sürdürdü, işçilerin taleplerini reddetti. İşçilerin ve köylülerin öfkesi büyüdü. Kurulan burjuva hükümet kitlelerin güvenini kazanamayınca, yardımına sosyalist görünümlü reformistler koştular. Ard arda kurulan hükümetler başarısız kalınca, işçi ve emekçiler iktidarın Sovyetler tarafından alınması talebini yükselttiler. Bunun üzerine, başından itibaren bu görüşü savunan işçi sınıfının devrimci partisi Bolşeviklere saldırılar başladı. Devrimi ilerletme cesareti gösteremeyenler karşı devrimci safa geçtiler. Lenin’in önderliğinde Bolşevikler ve işçiler geri adım atmadılar. Ağustos’ta General Kornilov darbe yapmaya kalktı. Bolşevik işçiler ve askere alınmış köylüler bu darbeyi durdurdular.
Ve sonunda o tarih geldi. 25 Ekim 1917 (bugünün takvimiyle 7 Kasım) gecesi, işçiler ve askerler Kışlık Saray’ı kuşattılar. Sabah olduğunda, iktidar Sovyetlerin elindeydi. Lenin tüm ülkelerin işçilerine “Buz kırıldı, yol açıldı!” diyordu. Bu, kapitalist sömürü düzenine dünya ölçeğinde vurulmuş büyük bir darbeydi. İşçi sınıfı tarihte ilk kez kendi iktidarını kuracak koşullara sahip olmuştu.
Kurulan işçi iktidarı hızla önemli kararlar aldı. Topraklar köylülere dağıtıldı. Fabrikalar başta olmak üzere ülke işçilerin yönetimindeydi. Milyonların ölümüne yol açan savaşa son verilerek barış ilan edildi. Kadınlar erkekler ile eşit haklara kavuştular. Her ulusa kendi kaderini tayin etme hakkı tanındı. Özel mülkiyet düzeninin temellerine yönelen Ekim Devrimi bütün bir toplumu değiştirmeye başladı.
Tarihte büyük olaylar yalnızca gerçekleştiği dönemde yol açtığı sonuçlarla değil, sonrasına bıraktıkları mirasla da değerlendirilir. Birincisi, şanlı Ekim Devrimi işçi sınıfına kendi gücüne inanmayı öğretti. Dünyayı sömürüp sahiplenenlerin değil, onu üretenlerin tarihe yön verebileceğini gösterdi. İkincisi, örgütsüz bir sınıfın kurtulamayacağını kanıtladı. Bolşevik Partisi’nin yılları bulan mücadelesi ve devrimci parti anlayışı olmasaydı, bu parti işçi sınıfı ile et ve tırnak gibi kaynaşamasaydı, Ekim Devrimi başarıya ulaşamazdı. Üçüncüsü ise işçi sınıfının sınır tanımayan mücadelesinin bütün dünyaya yayılması oldu. Ekim Devrimi’nin açtığı çığırda Avrupa’da, Asya’da, Latin Amerika’da işçiler ve ezilen haklar ayağa kalktılar.
Rusya’nın işçi ve emekçileri devrimden sonra çok büyük zorluklarla yüz yüze kaldılar. Yabancı orduların müdahaleleri ve dört yıl süren bir iç savaşla boğuştular. Başta Alman Devrimi olmak üzere Ekim Devrimi’nin ardından gerçekleşen Avrupa devrimlerinin başarıya ulaşamaması, Rusya işçi sınıfını yalnız bıraktı. Böylece tek ülkede sosyalizmin inşası gibi daha öncesinde düşünülemeyen ağır bir yükle karşı karşıya kaldılar. Her yandan tecrit edilmiş bir ülkede bu zorlu mücadelede yapılan hatalar, bürokrasinin güçlenmesine ve sosyalizm düşüncesinden sapmalara yol açtı. Kurulan işçi iktidarı zamanla çözüldü. Yerini yönetim-denetim mekanizmalarına bürokratik bir kastın hâkim olduğu bir iktidar biçimine bıraktı. Ve sonunda Ekim Devrimi’nin ürünü olan SCCB yıkıldı. Ancak bu durum Ekim Devrimi’nin tarihsel anlamını ve önemini ortadan kaldıramadı.
Bugün dünyamız kapitalizmin yol açtığı savaşlar, çevre yıkımı, yoksulluk, açlık gibi sorunlar içinde büyük bir felakete doğru giderken, insanlığın önünde sadece iki seçenek buluyor: Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!
108. yılında Ekim Devrimi bize sosyalizme giden yolun nereden geçtiğini göstermeye devam ediyor.


