Kadına yönelik şiddete karşı örgütlü mücadeleye!

Kadına yönelik şiddet ve her geçen gün artan kadın cinayetlerinin son bulması için başta emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi ve emekçiler olarak şiddetin kaynağı olan bu sömürü düzenine ve onun yürütücü gücü olan AKP iktidarına karşı birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz. Kadına yönelik cinsel baskı ve şiddetin ortadan kaldırılmasının gerçek yolunun bunu besleyen sınıfsal sömürü ilişkilerin ortadan kaldırılması olduğunu bir an bile unutmamalıyız. Taleplerimiz uğruna mücadeleyi bu sömürü düzeninin kendisine karşı mücadele ile birleştirmeliyiz.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nün ön günlerindeyiz. Kadına yönelik şiddet, günümüzün en önemli toplumsal sorunlardan biri. Kadınlar evde, işyerinde, okulda ve toplumsal yaşamın her alanında şiddetle karşı karşıya kalıyorlar. Fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddeti ağır bir şekilde yaşıyorlar. Üstelik maruz kaldıkları şiddetin bedelini çoğu zaman yaşamlarıyla da ödüyorlar.

Rakamlar neyi anlatıyor?

Pek çok kurum tarafından yapılan araştırmalara göre, dünya ölçeğinde her üç kadından biri yaşamında en az bir kez fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor. Bu olgu en “modern” sayılan ülkeler için de geçerli. Verilere göre, 2023 yılında dünyada yaklaşık 51 bin kadın ve kız çocuğu en yakınında bulunan insanlar tarafından öldürüldü. Bu, her gün ortalama 140 kadın ve kız çocuğunun yaşamını yitirmesi anlamına geliyor.

Türkiye için de vahim bir tablo söz konusu. “Hayatlarında en az bir kere yakınlarının şiddetine maruz kalan kadınların oranını” gösteren OECD verilerine göre, Türkiye yüzde 38 oranıyla OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer alıyor.

Kadın cinayetleri de her yıl artan bir seyir izliyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2022’de 334 kadın cinayeti ve 245 şüpheli ölüm, 2023’te 315 kadın cinayeti ve 248 şüpheli ölüm gerçekleşmiş. 2024 yılında ise 394 kadın cinayeti ve 258 şüpheli ölüm kayıtlara geçmiş.

Kadına yönelik şiddet en fazla hane içinde yaşanırken, işyerlerinde gerçekleşen şiddet ve taciz de azımsanamayacak bir oranda. Geçtiğimiz yıl Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Özyeğin Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre, kadınların yüzde 75’inden fazlası çalışma yaşamında en az bir kez şiddete maruz kalıyor.

Çeşitli etmenlerle şiddetin gizlendiği göz önüne alındığında, gerçek rakamların daha fazla olduğu açıktır. Ancak bu rakamlar bile toplumun yarısını oluşturan kadınların şiddet dolu bir yaşam sürdüğünü gösteriyor.

Kadına yönelik şiddetin kaynağı sömürü düzenidir!

Egemenler ve onların maaşlı uzmanları kadına yönelik şiddetin nedenlerinden bahsederken, yeri gelir erkeklerin “doğası”na işaret ederler. Bu şiddetin bireysel “kötü niyetin” ya da “psikolojik sorunların” ürünü olduğundan da dem vururlar. En bilmişleri de bu şiddeti “eğitim”e bağlarlar.

Feministler ise kadına yönelik şiddeti kadın ile erkek arasında bir sorun olarak ele alırlar. Böylece şiddetin gerçek dayanaklarını görünmez kılarlar.

Oysa kadına yönelik şiddet, kadınların karşı karşıya kaldığı çifte sömürü ve eşitsizlik gibi kapitalist sömürü düzeninden kaynaklanır. Bu sistem, sömürü çarklarının sorunsuzca dönmesi, bir avuç sömürücü asalağın iktidarının sürmesi için her daim baskı ve şiddetten beslenir. Kadınların payına da daha katmerli bir sömürünün yanı sıra eşitsizlik ve ayrımcılık düşer.

Bu sistem ayakta kalabilmek için başta aile olmak üzere tüm kurumlarıyla toplumu denetim altında tutmaya çalışır. “Aile” toplumun temel birimi, “erkek” de ailenin temel direğidir. Böylelikle bin yılların ürünü erkek egemen kültür ve değerlerle kadınlar baskı altına alınır, eşitsizlik döne döne üretilir. Geleneklerle, dinin istismar edilmesiyle, yasalarla bu eşitsizlik ve şiddet her daim pekiştirilir.

Türkiye’de yirmi yılı aşkındır hüküm süren dinci-gerici AKP iktidarı ise politikaları ve uygulamalarıyla kadınlar üzerindeki baskı, eşitsizlik ve şiddete her geçen gün yeni boyutlar kazandırıyor. Kadınların kazanılmış haklarının bir bir tırpanlandığı, kadına yönelik şiddeti engellemeyi içeren İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği, “haksız tahrik” ve “iyi hal indirimleri” gibi yasa maddelerine dayanarak şiddet faillerinin adeta ödüllendirildiği, kadınların çantalarında uygulanmayan koruma kararlarıyla katledildiği bir süreçten geçiyoruz. O yüzdendir ki, kadına yönelik şiddetin yüzde 1400 oranında artmasına tanıklık ediyoruz.

Kadına yönelik şiddeti engellemek yerine “ailenin korunması”nı hedefleyen iktidar, boşanma hakkı, nafaka hakkı gibi kazanılmış hakları da tırpanlamaya çalışıyor.

Kadına yönelik şiddete “sıfır tolerans” gösterdiklerini iddia edenler, tüm gerici politikalarıyla bu şiddetin bizzat sorumluluğunu taşıyorlar.

Kadına yönelik şiddete karşı mücadeleye!

Kadına yönelik şiddetin olmadığı bir yaşam ancak bu şiddeti yaratan koşulların ortadan kalkmasıyla mümkün olabilir. O da erkek egemenliğini besleyen bu sömürü düzeninin yıkılmasından geçiyor. Sömürünün ortadan kalktığı, kadının ev içi köleliğinin son bulduğu, kadının eşitsizliğini besleyen ataerkil kültür ve değerlerin parçalandığı koşullarda ancak kadınların üzerindeki şiddetin son bulmasının zemini oluşabilir.

Böyle bir toplumsal düzene ulaşabilmek için bugünden kadını ve erkeğiyle mücadeleyi yükseltmemiz şarttır.

Böyle bir mücadeleyi büyütmek için kadınlara yönelik ayrımcı ve baskıcı politikalara karşı çıkarak “toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliğini” savunmalıyız. Evde, işte, sokakta kadınlara yönelen her türlü şiddet biçimini reddederek, “Kadına yönelik şiddete karşı yaptırımların caydırıcı olacak şekilde artırılması, fabrikalarda, işyerlerinde şiddet, taciz ve mobbinge karşı etkin önlemlerin alınması, kadın işçilerin ağırlıkta olduğu denetleme mekanizmaları kurulması” vb. taleplerle mücadeleyi yükseltmeliyiz.

Kadına yönelik şiddete karşı mücadele sadece kadınların sorumluluğu değil, tüm işçi ve emekçilerin sorunudur. Erkek egemenliğine dayalı bu düzende kadınlara hükmedilmesi ve aşağılanması erkeklerin bilincinde de ağır tahribatlar yaratmaktadır. Erkek işçi ve emekçilerin ancak mücadele ederek ve bu mücadeleler içinde bilinçlenerek, bu tahribattan kendilerini koruyabilmeleri mümkündür.

Kadına yönelik şiddet ve her geçen gün artan kadın cinayetlerinin son bulması için başta emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi ve emekçiler olarak şiddetin kaynağı olan bu sömürü düzenine ve onun yürütücü gücü olan AKP iktidarına karşı birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz. Kadına yönelik cinsel baskı ve şiddetin ortadan kaldırılmasının gerçek yolunun bunu besleyen sınıfsal sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılması olduğunu bir an bile unutmamalıyız. Taleplerimiz uğruna mücadeleyi bu sömürü düzeninin kendisine karşı mücadele ile birleştirmeliyiz.

*-*-*

Fabrika ve işyerlerimizde şiddete geçit vermeyelim!

Bugün fabrikalarda ve işyerlerimizde farklı biçimlerde şiddetle karşı karşıya kalıyoruz. Bu şiddet türleri genel olarak dört başlıkta toplanabilir. Tokat atmak ya da eşya fırlatmak gibi fiziksel davranışlarla ortaya çıkan fiziksel şiddet, bağırma, küçük düşürme veya ifade özgürlüğünü kısıtlama gibi tutumlarla kendini gösteren psikolojik ya da duygusal şiddet, cinsel kimliğe yönelik baskıcı davranışlar ya da cinselliğin bir tehdit ya da saldırı unsuru olarak kullanıldığı cinsel şiddet ve son olarak düşük ücret, kötü çalışma koşulları veya iş güvencesizliğiyle kendini gösteren ekonomik şiddet.

Fabrikalarımızda ve işyerlerimizde en sık karşılaşılan şiddet biçimleri; düşük ücrete dayalı kötü çalışma koşulları, tehdit, kötü muamele, taciz, etnik, cinsel, inançsal ya da fiziksel farklılıklara dayalı aşağılamalar ve mobbing olarak sıralanabilir. Bu şiddet türleri çoğunlukla işverenlerin, yöneticilerin veya amirlerin uygulamaları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Ancak yalnızca üstlerden değil, çalışma arkadaşları tarafından gerçekleştirilen şiddet örnekleri de oldukça yaygındır. Bunun yanı sıra, müşteriler ya da tedarikçiler tarafından uygulanan bu tür davranışlar da ne yazık ki oldukça yaygındır.

Örgütlülük düzeyinin düşük olması ve kadına yönelik şiddete karşı mücadele bilincinin zayıf kalması, pek çok kadının maruz kaldığı şiddet biçimlerine karşı tepki göstermekte çekingen davranmasına neden olmaktadır. Böyle bir durumla karşılaşıldığında tepki verilmemesinin en önemli nedenleri arasında damgalanma korkusu, aileye durumu açıklarken yaşanacak zorluklar gibi toplumsal ve kültürel baskılar da yer almaktadır. Bunun yanında, kanıt sunmanın güçlüğü ve “kimseyi inandıramama” endişesi de kadınların sessiz kalmasına yol açmaktadır.

Hukuki süreçlere başvurulmamasında ise, yasal yaptırımların etkili olacağına dair inancın zayıf olması, süreçlerin uzun ve maliyetli ilerlemesi gibi etkenler belirleyici olmaktadır. İşyerinde baskıya uğrama, istifaya zorlanma ya da işten çıkarılma korkusu da kadınların karşı karşıya kaldığı bu tür davranışlara karşı tepki göstermesini engelleyen en temel faktörler arasındadır.

Bizler karşılaştığımız her türlü şiddete karşı sessiz kalmamalı, mücadele etmeliyiz. Şiddete karşı mücadele taleplerimizi diğer mücadele taleplerimizle birlikte ele almalı, sınıf mücadelesinin gündemi haline getirebilmeliyiz. Bu noktada erkek işçilerin de bu konuda bilinçlenmesi ve şiddete karşı mücadelenin onlara “karşı” değil onlarla birlikte örgütlenmesi önem kazanmaktadır. Son dönemlerde işçi direnişlerinde taciz, baskı, mobbinge karşı öne çıkan talepler bu açıdan önemlidir. Bu mücadele örnekleri artırılmalı, aşağıdaki talepler öne çıkartılmalıdır:

Cinsiyet ayrımcılığına son!

Eşit işe eşit ücret!

Şiddet, taciz, mobbinge karşı etkin önlemler alınsın!

Kadın işçilerin ağırlıkta olduğu denetleme mekanizmaları kurulsun!