Netaş Direnişi: 1980 darbesine ilk cevap

Netaş direnişi, darbe rejimini oluşturmak için her türlü çabayı gösterdiği sessizlik ve mücadelesizlik dayatmasını yırtan ilk büyük fabrika direnişlerinden biri olarak tarihe geçti. Fabrika önünde tutulan nöbetler, ailelerin, işçilerin, devrimcilerin dayanışması, gece gündüz süren toplantılar, işçi sınıfının birleştiği ve ortak bilince kavuştuğu bir sürece dönüştü.

1980’lerin başı, Türkiye işçi sınıfı için ağır, karanlık bir dönemdi. 12 Eylül askeri darbesi yalnızca siyasi partileri, devrimcileri hedef almamıştı, işçi örgütleri de ana hedeflerden birisiydi. Grevler yasaklanmış, sendikalar kapatılmış, binlerce işçi gözaltına alınmış, fabrikalarda baskı ve korku hâkim kılınmıştı. Sermaye sınıfı, faşist darbenin verdiği imkanlarla, işçi sınıfının bütün kazanımlarını geri almak için harekete geçmiş, fiili ve yasal bir saldırı içindeydi. İşte Netaş direnişi, tam da bu korku atmosferinde, işçi sınıfının yeniden ayağa kalkışının ilk kıvılcımlarından biri oldu.

İstanbul Ümraniye’deki Netaş, dönemine göre yüksek teknolojiyle üretim yapan, çoğu genç ve kalifiye işçilerin çalıştığı bir fabrikaydı. Varolan sömürü ve baskı sözleşmeyi etkilemişti. TİS sürecinin tıkanmasıyla beraber 18 Şubat 1986’da fabrikada grev başladı. 3150 işçi 93 gün direndi. Grev sürecinde 163 grev gözcüsü vardı ve her gün en az 500 işçi aktif bir görev üstlenmişti.

Netaş direnişi, darbe rejiminin oluşturmak için her türlü çabayı gösterdiği sessizlik ve mücadelesizlik dayatmasını yırtan ilk büyük fabrika direnişlerinden biri olarak tarihe geçti. Fabrika önünde tutulan nöbetler, ailelerin, işçilerin, devrimcilerin dayanışması, gece gündüz süren toplantılar, işçi sınıfının birleştiği ve ortak bilince kavuştuğu bir sürece dönüştü. Askeri rejimin yasaklarına rağmen, Netaş kapısı bir okul gibi işledi; burada işçiler yalnızca haklarını değil, birleşip kendi sınıfsal çıkarı ile hareket ettiğinde nelerin değişebileceğini de öğreniyordu.

Bu direnişin tarihsel önemi, baskının en ağır olduğu dönemde işçi sınıfının yeniden sesini yükseltmesinde yatar. Netaş, işçi sınıfının cesaret sınamasıdır. 12 Eylül’ün “İşçi hareketi bitmiştir, mücadele geride kalmıştır” propagandasına karşı, “Biz varız ve direniyoruz” diyen toplu bir haykırıştır.

Bir diğer önemli özelliği ise fabrika içinde kurulan komitelerin mücadele içinde oynadığı rolde yatar. Komitelerin işçi demokrasisini işletmekte ve mücadele kararlılığını örgütlemekte gösterdiği başarılar örnek olacak niteliktedir.

Bu yönüyle Netaş Direnişi, söz, yetki ve karar hakkı işçilerin mücadelesiyle birleştiğinde nelerin başarılabileceğini, darbe karanlığına dahi başkaldırılabileceğini dosta da düşmana da gösterdi.

Bugün Netaş direnişine baktığımızda, onun yalnızca bir dönemin hikâyesi olmadığını görürüz. Bugün de işçiler, tıpkı o zaman olduğu gibi, baskı ve güvencesizlik koşullarında çalışıyor, haklarımız budanıyor, sesimiz kısılmaya çalışılıyor. Sermaye, aynı sömürü mekanizmalarını sürdürüyor. Ama Netaş’ın gösterdiği yol açıktır, korkunun panzehiri, örgütlü bir sınıftır. Direnişin gücü, dışarıdan bir kahramanda değil, işçi sınıfının kolektif iradesindedir.

Netaş direnişi bize hâlâ şunu söylüyor: En baskıcı dönemlerde bile, işçi sınıfı mücadelesinden çekilmez ise, doğru bir örgütlenme ve inançla kapitalist sömürüyü kırabilir. İşte bu yüzden Netaş, yalnızca 1980’lerin değil, bugünün de dersidir.

 Bugün sendikal hakların gasp edildiği, işten atmaların yaygınlaştığı, ücretlerin enflasyon karşısında eridiği, baskı ve zorbalığın arttığı bir dönemde Netaş işçilerinin direnişi yeniden hatırlanmalıdır. Çünkü o direniş, en zor koşullarda işçi sınıfına şu gerçeği öğretmiştir: “Üreten biziz, yöneten de biz olmalıyız.”