Sistem zehir saçıyor…

Emekçiler, derinleşen ekonomik kriz koşullarında en ucuz ve en kalitesiz gıdalarla yaşamaya zorlanırken, fabrikalarda çalışan işçiler yalnızca üretimi sürdürebilecek kadar gıdaya erişebiliyor. Ardı ardına yaşanan zehirlenme vakalarına rağmen herhangi bir önlem alınmıyor.

Almanya’dan Türkiye’ye gezmek için gelen Böcek ailesinin dört ferdinin zehirlenerek yaşamını yitirmesi, “zehirlenme” vakalarını yeniden toplumun gündemine taşıdı. Kasım ayının ilk üç haftasında kamu ve özel işyerlerinde, hastanelerde, okullarda, yurtlarda, evlerde ve restoranlarda 750’den fazla kişi gıdadan zehirlendi. Gerçekte bu sayının çok daha yüksek olduğunu tahmin etmek zor değil.

Meslek odalarının ve bilim insanlarının verilerine baktığımızda, özellikle gıda kaynaklı zehirlenmeler başta olmak üzere zehirlenme vakalarında ciddi bir artış olduğu görülüyor. Bu vakalar münferit olaylar değildir, doğrudan sermaye düzeninin izlediği ekonomik, sosyal ve idari politikalarının ürünüdür.

Yüksek enflasyon altında milyonlarca emekçinin alım gücü hızla düşerken, insanlar zorunlu olarak en ucuz ürünlere ve en ucuz mekânlara yöneliyor. Bu mekânların bir kısmı kâr hırsıyla eski ürünleri kullanıyor, hijyen ve sağlık kurallarını hiçe sayıyor. Gıda üreticileri ise maliyetleri kısmak adına düşük kaliteli hammadde kullanıyor, hijyeni ek bir masraf olarak görüyor, hatta kayıt dışı ve merdiven altı üretime yöneliyor. Buna sermaye devletinin her mekanizmasına sinmiş çürüme, denetimsizlik ve liyakatsizliği eklediğimizde, ortaya halk sağlığının bilinçli biçimde hiçe sayıldığı bir tablo çıkıyor.

Son dönemlerde okullarda ve yurtlarda olduğu gibi fabrikalarda da toplu zehirlenmeler yaşandı. Nedenler açık: İster kamu ister özel sektör olsun, patronların kâr hırsı her şeyin önüne geçiyor. Maliyet düşürmek için özelleştirme ve taşeronlaştırma, kalitesiz hammadde kullanımı, deneyimsiz ve yetersiz personelle çalışma… bu zehirlenmelerin doğrudan nedenidir. Çünkü biliyorlar ki devletin ilgili kurumları gerçek anlamda denetim yapmıyor; varsa yaptırımlar ve cezalar yetersiz kalıyor, ceza alan şirketler ise isim değiştirip yollarına devam edebiliyor.

Emekçiler, derinleşen ekonomik kriz koşullarında en ucuz ve en kalitesiz gıdalarla yaşamaya zorlanırken, fabrikalarda çalışan işçiler yalnızca üretimi sürdürebilecek kadar gıdaya erişebiliyor. Ardı ardına yaşanan zehirlenme vakalarına rağmen herhangi bir önlem alınmıyor.

Tüm bu tablo, iktidarın ekonomik program ve uygulamalarına karşı verilecek mücadelenin yalnızca insanca yaşamaya yetecek bir ücret için değil; sağlıklı ve güvenli gıdaya erişim hakkı için de zorunlu olduğunu gösteriyor.