Kamu emekçi hareketinde bir mihenk taşı olan 4-5 Mart direnişi bir kez daha gösteriyor ki, emekçiler en temel haklarını tabanın gücüne dayanarak, fiili meşru mücadele ile kazanabilirler. “Grev hakkı” da ancak “grev” yaparak kazanılır.
Milyonlarca kamu emekçisi ve emeklisini doğrudan ilgilendiren, AKP iktidarının tam bir sefaleti dayattığı bir “toplu sözleşme” sürecinin içindeyiz. Kamu emekçileri bugün “sendikalı” olma hakkına sahip olsalar da, grev ve toplu sözleşme hakkından yoksunlar. Sermaye iktidarının yandaş sendikalarla kol kola işlettiği her “toplu görüşme” sürecinden kamu emekçilerinin payına sadece sefalet koşulları düşüyor.
Bugün kamu emekçi hareketinde yaşanan tabloyu anlamak ve aynı zamanda değiştirebilmek için, kamu emekçilerinin mücadele tarihine ve bu tarihte özel bir yer tutan 4-5 Mart Kızılay direnişine bakmakta fayda var.
Mücadelenin gücüyle başarılan!..
Kamu emekçi hareketi ‘80’li yılların sonundan itibaren toplumsal mücadelenin temel dinamiklerinden biri haline geldi. Bunun gerisinde sermaye iktidarının kamu emekçilerine dönük kapsamlı saldırıları yatıyordu. ‘80’lerle birlikte dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de IMF’nin direktifleriyle neoliberal politikalar uygulanmaya başlandı. Bu kapsamda özelleştirmeler, kamu hizmetlerinin tasfiyesi, sosyal hakların tırpanlanması, düşük ücret dayatmaları gündeme geldi. Bu saldırılar sonucu kamu emekçilerinin yaşam düzeyinde ciddi gerilemeler yaşandı. Bu da onları örgütlenme ve mücadele arayışlarına sevk etti.
1980 öncesinde toplumsal mücadelelerin önemli bir bileşeni olan kamu emekçileri, geçmişin mücadele mirasından da beslenerek, özellikle 1989 Bahar Eylemleriyle birlikte yeniden sahneye çıktılar. 1989’da başlayıp 1991’e kadar süren işçi hareketinden moralmanevi güç alarak ilerlediler. ‘90’lı yılların başında sınıf hareketi geri çekilmeye başlasa da, kamu emekçileri uzun bir süre boyunca toplumsal mücadelenin yükünü omuzlamaya devam ettiler.
On yıllarca temel sosyal hakları için mücadele eden kamu emekçi hareketinin en temel talebi “örgütlenme hakkı”, somutta da “grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı” oldu. Zira ‘71 darbesinin ardından çıkarılan yasalarla kamu emekçilerinin sendika kurmaları yasaklanmış, 12 Eylül darbesinin ardından da bu yasaklar aynen korunmuştu.
‘90’lı yıllar boyunca kamu emekçileri çok sayıda iş bırakma eylemi, genel boykot, yerelmerkezi miting düzenledi. Bu eylemler arasında 16-17 Haziran 1995’te yüz binlerce kamu emekçisinin Kızılay Meydanı’nı doldurarak gerçekleştirdiği miting ise en görkemlisi oldu.
Kamu emekçileri tabana dayanan ve dişe diş verilen mücadelenin gücüyle ‘90’ların ortasında sendikalarını kurdular. Bırakalım sendika kurmayı, derneklere bile amirlerinin izniyle üye olabilen kamu emekçileri kendi öz güçlerinin ürünü olarak bunu başardılar. Sendikalarının kapılarına vurulan mühürleri de mücadelenin gücüyle paramparça ettiler.
“Her yer Kızılay, her yer direniş!”
Bu mücadelelerin ürünü olarak ‘95 yılının haziran ayında Anayasa’da yapılan değişiklikle kamu emekçilerinin sendika kurma hakkının yasallaşmasının önü açılmış oldu. Ancak sermaye iktidarı kamu emekçilerinin fiili gücüyle kurduğu sendikaları engellemek, bu başarılamadığı yerde denetim altına almak için sürekli fırsat kolladı. ’98 yılında gündeme getirdiği “grevsiz toplu sözleşmesiz sendika yasası” bunun somut adımı oldu.
Yasanın gündeme gelmesiyle birlikte, fiili mücadelenin ürünü olarak kurulan sendikaların üst örgütlenmesi olan KESK’in çağrısıyla 4 Mart günü 150 bini aşkın kamu emekçisi Kızılay Meydanı’na akın etti. Alanı terk etmeyen binlerce kamu emekçisi ise Kızılay Meydanı’nı işgal etti.
Sendika hakkını sokakta kazanan kamu emekçileri, polisin biber gazlı, tazyikli su ile saldırısına rağmen kararlı bir direniş sergileyerek sahte sendika yasasının geçmesini yine meydanlarda verdikleri mücadele ile engellediler.
Kamu emekçilerinin 4 Mart günü ortaya koyduğu direnişten en az sermaye iktidarı kadar korkan KESK bürokratları 5 Mart günü eylemi apar topar bitirdiler. İllerden Ankara’ya direnişe katılmak üzere gelen kitleleri dağıttılar. 6 Mart günü ise kamu emekçilerini illerine geri gönderdiler.
Tabanın gücüne ve inisiyatifine güvenmeyen, uzlaşmacı bir çizgiyi esas alan ve sendika hakkının elde edilmesini meclis görüşmelerine ve uluslararası anlaşmalara endeksleyen bir yaklaşım zamanla KESK’e tamamen hâkim oldu. Bu da kamu emekçilerinin fiili meşru mücadeleye dayalı hak arayışını günden güne zayıflattı. 4688 sayılı sahte sendika yasası ise üç yıl sonra, Haziran 2001’de yasalaştı.
Kamu emekçi hareketinde bir mihenk taşı olan 4-5 Mart direnişi bir kez daha gösteriyor ki, emekçiler en temel haklarını tabanın gücüne dayanarak, fiili meşru mücadele ile kazanabilirler. “Grev hakkı” da ancak “grev” yaparak kazanılır.
Sadece sermaye iktidarının saldırılarını engellemenin değil, emekçilerin önüne dikilen sendikal bürokratik barikatları aşmanın da yolu budur.