6-7 Eylül’ü ve ezilen mezheplere ve halklara dönük kanlı saldırıları unutmayacak, halkların eşit ve özgür yaşayacağı bir dünya için mücadelemizi büyüteceğiz!
Cumhuriyet tarihi sermaye iktidarının emekçilere, ezilen mezheplere ve halklara dönük kanlı saldırıları ile doludur. Bunlardan biri de bundan 75 yıl önce, 6-7 Eylül’de, İstanbul ve İzmir’de başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimlere dönük gerçekleşen kanlı saldırılardır.
Bizzat devletin gizli örgütlenmesi olan Özel Harp Dairesi tarafından örgütlenen ve gerici milliyetçi paramiliter güçler tarafından gerçekleşen saldırılarda yüzlerce gayrimüslim linç edildi, yaralandı, ölenler ve tecavüze uğrayan kadınlar oldu. Evler, işyerleri, kiliseler, sinagoglar yakıldı, yağmalandı, mezarlıklar tahrip edildi. İki gün süren kanlı olayların ardından çok sayıda Rum ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Olayların gelişim seyrine baktığımızda, 1954-55 yıllarında Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs meselesi nedeniyle gerginlikler yaşanmaktadır. Londra’da Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak Yunanistan ve Türkiye’nin katıldığı konferans devam ederken, 5 Eylül günü Selanik’te Türkiye Başkonsolosluğu’nun bahçesinde bulunan Atatürk Evi’ne bir bomba atılır. Bahçenin kenarına atılan ses bombasının ardından 6 Eylül günü devlet radyosunda ve iktidarda bulunan Demokrat Partisi yanlısı İstanbul Ekspres gazetesinde “Atamızın evi bomba ile saldırıya uğradı” duyuruları yapılır. Bombalama nedeniyle Rumların hedef gösterilmesinin hemen ardından Taksim’de on binlerce kişinin katıldığı miting yapılır. Mitingin ardından linç ve yağma seferberliği başlar. Gayrimüslimlere ait işyerleri, evler, kiliseler yakılır, yağmalanır. İnsanlar şiddete uğrar. Polis sadece olayları izlemekle yetinir. İstanbul’un ardından İzmir’de de benzer saldırılar yaşanır. İki gün süren olayların ardından sıkıyönetim ilan edilir.
Saldırıların faturası çok ağırdır. Resmi kaynaklara göre içlerinde ev, işyeri, okul, kilisenin olduğu 5 bin 317 mekâna saldırı gerçekleştirilir. 15 kişi yaşamını yitirir, 60 kadın tecavüze uğrar, 50 kişi yaralanır.
İki gün süren bu kanlı ve vahşi olaylar, galeyana gelmiş ve kontrol edilememiş bir kitlenin saldırıları olarak yansıtılsa da, kısa sürede yaşananların planlı ve örgütlü olduğu açığa çıkar. Selanik’teki Atatürk Evi’ne Başkonsoloslukla bağlantılı kişiler tarafından ses bombası atıldığı anlaşılır. Yanı sıra günler öncesinde gayrimüslimlerin evlerinin kırmızı boyayla işaretlendiği, bombalama haberini duyuran İstanbul Express gazetesinin öncesinden kâğıt stoku yaparak her zamanki tirajının 10 katı kadar baskı yaptığı, gayrimüslimlerin adreslerinin muhtarlıklardan önceden alındığı bilgileri çok geçmeden ortaya çıkar.
Saldırılar Demokrat Parti ve onunla bağlantılı “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti” gibi gerici odaklar eliyle gerçekleştirilse de, bizzat devletin gizli örgütlenmeleri tarafından tezgahlandığı sır değildir. Aradan yıllar geçtikten sonra, dönemin Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu kendisiyle yapılan röportajda bu gerçeği itiraf eder: “6-7 Eylül’de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.”
Bu saldırıların faturası ise DP hükümetine kesilir. Yassıada yargılamalarında dönemin Başbakanı A. Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu’ya 6 yıl, İzmir Valisi Kemal Hadımlı’ya 4,5 ay hapis cezaları verilir. Ancak devletin gizli örgütlenmelerinin rolünü gizlemek için dosya ilerleyen süreçte kapatılır.
Sermaye iktidarı bugün olduğu gibi geçmişte de kendi sınıfsal çıkarları için milliyetçiliği kullanarak, yıllarca iç içe yaşamış halklar arasında düşmanlıklar yaratmıştır.
1955 yılında, Demokrat Parti iktidarının ekonomik ve baskıcı politikalarının derin huzursuzluk yarattığı bir dönemde Kıbrıs sorunu öfke ve tepkinin Rumlar şahsında gayrimüslimlere yöneltilmesi için öne çıkarılmıştır.
İngiltere’nin sömürgesi olan Kıbrıs, stratejik açıdan önem taşıyordu. 1955 yılında Kıbrıs’ta Rumların İngiliz sömürgeciliğine karşı bağımsızlık talebiyle harekete geçmesi, öte yandan Yunanistan’ın bu talebi sahiplenerek uluslararası alanda “Kıbrıs halkının kaderini tayin hakkını” savunması üzerine yaşanan bir gerilim söz konusu idi.
İngiltere’nin Kıbrıs’ı elinde tutabilmek için adada azınlık olan Türkleri harekete geçirmesi sonucu tırmanan gerilim üzerine İngiltere’de Türkiye ve Yunanistan’ın katıldığı bir Konferans örgütlendi. 6-7 Eylül olayları tam da bu konferansın gerçekleştiği günlerde, Rum halkının hak iddia edebilmesinin önüne geçebilmek, Türkiye’nin elini güçlendirebilmek amacıyla organize edildi.
Rumlar şahsında gayrimüslimlere dönük örgütlenen saldırı güncel planda Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelerle doğrudan bağlantılı olsa dahi tek neden bu değildir. Türk devletinin gayrimüslimlere dönük politikalarının kökenleri çok daha eskidir. Daha Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Türk-Müslüman burjuvazinin yaratılması doğrultusunda gayrimüslimlere dönük sistematik saldırılar gerçekleştirilmiştir. 1915 yılında Ermeni tehcirini Cumhuriyetin ardından atılan adımlar takip etmiş, bu politikalar 1943 yılında gayrimüslimlere dönük çıkarılan Varlık Vergisi ile devam etmiştir. Katliamlar, zorla göç ettirmeler, ağır ekonomik yaptırımlarla gayrimüslimlerin ev, toprak, işyeri ve mal varlıklarına el konulmuş, servetin el değiştirilmesi sağlanarak, Türk-Müslüman burjuvazinin palazlanması hedeflenmiştir. 6-7 Eylül’de ve ardından çok sayıda gayrimüslimin ülkeyi terk etmesiyle mal varlıklarına “çökülmüştür.”
6-7 Eylül’ü ve ezilen mezheplere ve halklara dönük kanlı saldırıları unutmayacak, halkların eşit ve özgür yaşayacağı bir dünya için mücadelemizi büyüteceğiz!