“Türkiye işçi ve emekçileri bugün kendi tarihinin en ağır iktisadi, sosyal ve siyasal saldırılarıyla karşı karşıyadır. Yaşamı kuşatan çok yönlü sermaye politikaları karşısında örgütsüz ve dağınık bir haldedir. Ancak bu gerçek, hemen yanı başımızda yaşanan bir soykırıma karşı kayıtsız kalmanın gerekçesi olamaz. Unutulmamalıdır ki, eşitlik, özgürlük, barış ve insanca bir yaşam talep eden işçi sınıfı, bu hedefe ancak kendi dışında yaşanan her türlü baskı, sömürü ve adaletsizliğe de karşı çıkarak ulaşabilir.”
Bundan 2 yıl önce, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın başını çektiği Filistinli direniş grupları, İsrail’e karşı sarsıcı bir saldırı gerçekleştirdi. Bu hamle, unutturulmaya çalışılan Filistin davasını yeniden dünya gündemine taşıdı.
Yıllardır hiçbir kural tanımadan ve hoyratça Filistin halkına saldıran, topraklarını gasp eden, katliamlardan geçiren, yaşam alanlarını açık hava hapishanelerine çeviren Siyonistler, aldıkları bu sarsıcı darbenin ardından Gazze’ye dönük insanlık dışı bir saldırıya giriştiler. O günden bugüne, Gazze yerle bir edildi. Kadınlar, gençler, çocuklar katledildi. Uygulanan gıda ambargosuyla Filistin halkı açlığa ve ölüme mahkûm edildi. İnsanlık tarihinin en büyük soykırımlarından biri, modern dünyanın gözleri önünde yaşandı.
Bu akıl almaz vahşet ve kırım hâlâ sürüyor. ABD öncülüğündeki güçler, büyük bir arsızlıkla Gazze’nin boşaltılmasına dayalı “barış planları”ndan söz ederken, Siyonistler saldırılarını sürdürmeye devam ediyor.
Son verilere göre, 7 Ekim’den bu yana öldürülen Filistinlilerin sayısı 70 bini, yaralananların sayısı ise 180 bini aşmış durumda. Yüz binlerce kişi yerinden edilmesine rağmen Gazze’de kalanlar ise en temel insani ihtiyaçlardan yoksun, açlık ve çaresizlik içinde olsalar da direnmeyi sürdürüyorlar.
Şimdilerde, İsrail’in artık “çizgiyi aştığını” düşünerek Filistin’i tanıma yoluna giden bazı emperyalist devletler ile bölgedeki Amerikan işbirlikçisi Arap rejimleri, gerçekte Gazze’deki yıkımı ve soykırımı açıktan seyrediyorlar. Hatta hatta dolaylı yoldan destekliyorlar.
Nihayet arzusuna ulaşıp Trump’tan bir randevu koparmayı başaran Saray rejiminin tutumu da özünde bu ikiyüzlülükten farklı değildir. Kürsülerde Filistin meselesini hamasi nutuklarla istismar eden Erdoğan, Trump karşısında Filistin’in adını dahi anma cesareti gösteremedi. Yandaş medya tarafından algı operasyonlarıyla “büyük bir diplomatik zafer” olarak pazarlanan bu ABD ziyareti, iktidarın Filistin meselesindeki samimiyetsizliğinin ve tutarsızlığının yeni bir göstergesi oldu.
AKP iktidarı, yalnızca söylem düzeyinde göstermelik tepkilerle yetinmekte, İsrail savaş makinesine hizmet eden askeri üsleri koruyarak, ticari ilişkileri gizlice sürdürerek Siyonist devlete fiilen destek vermektedir.
Başlangıçta, 7 Ekim saldırısının sivilleri hedef aldığı, İsrail’in “kendini savunma hakkı” bulunduğu, süregidenin bir din savaşı olduğu ve direnişin başını İslamcı örgütlerin çektiği gibi manipülasyonlarla zihinler bulandırılmaya çalışılsa da, bugün dünyanın dört bir yanında işçiler, emekçiler, gençler ve kadınlar Filistin halkıyla dayanışmak için meydanlara çıkmaktadır.
İşçiler grevler düzenlemekte, İsrail’e gönderilecek malların yüklenmesini reddetmekte, emperyalist devletlerin başkentleri de dahil olmak üzere pek çok şehirde Filistin halkıyla dayanışma sloganları yankılanmaktadır. Gıda ablukasını kırmak için oluşturulan en büyük insani yardım filosu olan Sumud Filosu, İsrail karasularına dayanmış durumdadır.
Ne yazık ki, Filistin halkı ve direnişiyle tarihsel bağı bulunan Türkiye halklarının, işçi ve emekçilerinin, bu yaşananlara yönelik tepkisi bugüne kadar zayıf düzeyde kalmıştır.
Bir halk çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden katledilirken, ülkeyi yöneten iktidar bunu sadece bıktırıcı nutukların malzemesi yapmanın ötesine geçmezken, bu utanç verici suskunluk artık sona ermelidir.
Evet, Türkiye işçi ve emekçileri bugün kendi tarihinin en ağır iktisadi, sosyal ve siyasal saldırılarıyla karşı karşıyadır. Yaşamı kuşatan çok yönlü sermaye politikaları karşısında örgütsüz ve dağınık bir haldedir.
Ancak bu gerçek, hemen yanı başımızda yaşanan bir soykırıma karşı kayıtsız kalmanın gerekçesi olamaz.
Unutulmamalıdır ki, eşitlik, özgürlük, barış ve insanca bir yaşam talep eden işçi sınıfı, bu hedefe ancak kendi dışında yaşanan her türlü baskı, sömürü ve adaletsizliğe de karşı çıkarak ulaşabilir.