“Ne uluslararası tekellerin desteği ne onların yerli işbirlikçileri olan sermaye çevrelerinin tutumu, ne de ele geçirdiği devlet mekanizması üzerinden kurduğu baskı ve zorbalık… Saray rejimi cüretini bunlardan değil, işçi sınıfı ve emekçilerin mevcut tablosundan alıyor.”
Ülkedeki ekonomik ve siyasal kriz derinleştikçe, hayat pahalılığı, kötü çalışma koşulları ve düşük ücretlerle kuşatılan milyonlarca emekçi insanlık dışı bir yaşama sürükleniyor. Bu çıkışsızlığın en temel nedenini ise işçi sınıfının örgütlülük fikrinden uzaklaşması ve mücadeleyle kazanım sağlanabileceğine dair inancını büyük ölçüde yitirmiş olması oluşturuyor.
Artan siyasal baskı, yaygınlaşan işten atmalar ve derinleşen kriz koşulları geleceğe dair kaygıları büyütüyor. Güvencesizlik duygusu sınıfın geniş kesimlerini daha da edilgenleştiriyor. Çaresizlik hissi kitlesel bir atalete dönüşüyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin bu dağınık ve örgütsüz hali sermaye sınıfı adına ülkeyi yöneten iktidarın her istediğini kolayca hayata geçirmesinin önünü açıyor.
Krizin tüm faturasını işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkan ekonomik program sadece birkaç rötuşla aynen sürdürülüyor. Baskı ve zorbalık uygulamaları ise her geçen gün daha pervasız bir hâl alıyor. Yargı terörü artık sadece muhalifleri değil, tüm toplumu tehdit eden bir araca dönüşmüş durumda. Bir avuç siyaset bezirgânının kitlelerin iradesini manipüle ettiği burjuva siyaset sahnesi her geçen gün daha fazla çürümeye devam ediyor. Saray iktidarı ne ahlaki ne de siyasi hiçbir değer taşımıyor.
Dış politikada ise çürümenin en aymaz ve en utanç verici sonuçları gözler önüne seriliyor. Tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen bir soykırımın ardından Gazze emperyalist güçlerin yağmasına açılıyor. Filistin davası bir daha kendini ortaya koyamayacak şekilde yok edilmeye çalışılıyor. Gazze’yi bir tatil ve turizm merkezine dönüştürmekten söz eden Trump’a yapışan Saray rejimi Filistin halkına teslimiyeti dayatan planların bir parçası olmakla övünüyor. Enkaz altındaki cesetler henüz çıkarılmadan “Filistin’in yeniden inşası”ndan söz ediliyor. Deprem dönemlerinden alışık olduğumuz üzere Türk inşaat şirketleri de bu “ulvi” görevi yerine getirmek için şimdiden sıraya giriyor.
23 yıllık AKP iktidarının en büyük şansı karşısında hiçbir zaman birleşik, güçlü ve siyasal bir işçi hareketi bulmamış olmasıdır. Kendinden önceki siyasal iktidarların başına bela olan işçi eylemleri sendikal bürokrasinin büyük hizmeti sayesinde bu dönemde en geri seviyeye çekildi. Sınıfın geniş kesimleri dinsel gericiliğin ve milliyetçi duyguların etkisiyle kendi sınıfsal çıkarlarına yabancılaştırıldı. AKP’nin ilk döneminde yaşanan kısa süreli refah artışı ve görünürde atılan bazı demokratik adımlar da işçi sınıfı içinde AKP’ye verilen desteği artıran başka etkenlerdi. Ancak bu kısa dönemin ardından AKP attığı her adımla işçi ve emek düşmanı gerçek yüzünü net biçimde ortaya koydu. Sermaye sınıfı yaşadığı bazı “görüş ayrılıklarına ve çıkar çatışmalarına” rağmen AKP’yi hep çok sevdi. Onu özellikle bu işçi düşmanı karakteri nedeniyle destekledi. AKP’nin inşa etmeye çalıştığı pervasız terör rejimini hem kendileri hem de uluslararası efendileri için bir fırsat olarak gördü.
Kapitalizm dünya çapında içine girdiği yapısal krize hâlâ çözüm bulamıyor. Bu kriz sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında benzer senaryolarla yönetiliyor. Fatura ise her zaman olduğu gibi işçi sınıfı ve emekçilere kesiliyor.
İktidar âdeta köpeksiz köyde değneksiz dolaşır gibi yeni saldırı programlarına hazırlanıyor. Ne uluslararası tekellerin desteği ne yerli sermaye çevrelerinin tutumu ne de ele geçirdiği devlet mekanizması üzerinden kurduğu baskı ve zorbalık… Saray rejimi bu cüreti esas olarak işçi sınıfı ve emekçilerin içinde bulunduğu örgütsüz tablodan alıyor. Öncelikle bu tablonun değişmesi gerekiyor.
Devam eden MESS TİS süreci, daha şimdiden gündeme gelen asgari ücret tartışmaları ve yaklaşan ocak zamları dönemi işçi sınıfı ve emekçilerin içine itildiği ataletten çıkması ve fütursuzca saldıran sermaye sınıfına hak ettiği türden bir yanıt vermesi için önemli olanaklar barındırıyor.
Kölece yaşam ve çalışma koşullarına mahkûm edilen milyonların öfkesi büyürken ihtiyaç duyulan şey, birilerinin öne atılması, mücadeleyi büyütüp bu hareketsizlik cenderesini parçalamasıdır. Bu görev ise fabrikalardaki öncü işçilere düşüyor.



