Hak-İş’in 50. yılı…

Oysa bugün, tüm saldırılara rağmen hâlâ ayağa kalkacak güce ve kendi kaderini değiştirecek iradeye sahip olan işçi sınıfı, sendika ağalarını o koltuklardan indirme gücüne de sahiptir. Bu düzeni değiştirmek ve işçi sınıfına ait kürsüleri yeniden işçilere teslim etmek ise ancak bu iradenin örgütlü bir güce dönüştürülmesiyle mümkündür.

İşçi sınıfının öz örgütleri olan sendikalar, uzun ve onurlu bir mücadele geleneğine dayanır. Bu nedenle, bir konfederasyonun kuruluş yıldönümünde etkinlik düzenlemesi, geçmişini anması ve tarihsel mücadelesini gelecek kuşaklara aktarması doğal ve değerli bir tutumdur.

Ancak söz konusu konfederasyon, kuruluşundan bugüne işçi sınıfının fiili-meşru mücadelesini bastıran; sermaye karşısında işçi çıkarlarını savunmak yerine uzlaşmayı tercih eden ve iktidara açıkça biat eden bir yapıysa, bu “kutlama”lar bir mirasın değil, bir itaat gösterisinin sahnesine dönüşür. O sahnede işçilerin değil, sendika ağalarının ve onların efendilerinin boy gösterdiğini görürsünüz. İşçi sınıfına güven veren, sermayeye korku salan bir irade değil; sermayeye boyun eğen, iktidarın gölgesinde var olmaya çalışan bir anlayış çıkar karşınıza.

Geçtiğimiz günlerde Hak-İş’in 50. yıl kutlamasında sergilenen görüntü tam da buydu. İşçi sınıfının sefaletle boğuştuğu, ekonomik krizin en ağır yükünü sırtladığı bir dönemde, iktidarın adeta arka bahçesine dönüşen Hak-İş’in kutlamalarının son etkinliği ATO Congresium’da yapıldı. Bu sahnede, 50 yıllık bir konfederasyonun anlatması gereken grevlerden, direnişlerden ve toplu sözleşme kazanımlarından söz edilmedi. Onun yerine, iktidarı boyunca 22 grev yasağına imza atanların övgü dolu konuşmalarını duyduk.

Bugün, yalnızca 2025’in ilk on ayında bir işçinin 106 bin TL gelir kaybettiği; saray rejiminin uyguladığı grev yasaklarından etkilenen işçi sayısının 200 bini aştığı bir ülkede, “alın teri kutsaldır” söylemiyle emek gaspını meşrulaştırmaya çalışanlar kürsüdeydi. Aynı dönemde en az 35 bin işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmişken, kutlamanın sonunda iktidar temsilcilerine sunulan hediyeler ise, işçi sınıfının canını hiçe sayan bir iktidara duyulan sadakatin simgesine dönüştü.

Oysa bugün, tüm saldırılara rağmen hâlâ ayağa kalkacak güce ve kendi kaderini değiştirecek iradeye sahip olan işçi sınıfı, sendika ağalarını o koltuklardan indirme gücüne de sahiptir. Bu düzeni değiştirmek ve işçi sınıfına ait kürsüleri yeniden işçilere teslim etmek ise ancak bu iradenin örgütlü bir güce dönüştürülmesiyle mümkündür.