“Asgari ücret görüşmelerinden, MESS sözleşme sürecinden, fabrikalarda artan hak gasplarından, büyüyen sefalet ve yoksulluktan yansıyan tablo açıktır. Sermaye sınıfı ve onun hizmetkârı saray rejimi işçi sınıfı ve emekçileri daha büyük bir kavgaya davet etmektedir. Bu gerçeği ise her zaman olduğu gibi “ülkenin çıkarı”, “milletin huzuru” gibi kavramlarla örtmeye çalışmaktadır.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) 29. Olağan Genel Kurulu’nda konuştu. Adeti olduğu üzere gerekli gereksiz birçok konuya değinen Erdoğan, konuşmasının önemli bir bölümünü bu ay içinde belirlenecek olan asgari ücret tartışmalarına ayırdı. TİSK’e ve TİSK üyesi kapitalistlere övgüler düzdü. Komisyon çalışmalarında işverenleri temsilen yer alan TİSK heyetinden, “ellerini taşın altına koymalarını” beklediğini söyledi.
Erdoğan konuşmasında, işçi ve işveren arasındaki ilişkilerin adil, sürdürülebilir ve hakkaniyetli olmasının öneminden söz etti. Bu ilişkinin sağlıklı bir zemine oturtulmaması hâlinde “birlik ve dayanışma ikliminin” zarar göreceğini, “iş barışının bozulacağını” dile getirdi. Derinleşen krizin faturası işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkılırken ve saray iktidarı bundan birinci derecede sorumluyken, bu konuşmada kendini bir kez daha dışa vuran yüzsüzlük ve riyakârlık artık bütün sınırları aşmış durumda.
Asgari ücret görüşmeleri başlamış bulunuyor. Sözde komisyona girmeyip arka kapıdan Çalışma Bakanlığı’na taleplerini sunan Türk-İş’in tutumu bir yana, asgari ücretin saray iktidarı ile sermaye sınıfı tarafından belirleneceği ve iktidarın OVP programıyla uyumlu olacağı herkesin malumudur. Dahası, açlık sınırının 30 bin, yoksulluk sınırının 100 bin liraya dayandığı bir ülkede, milyonlarca çalışana ve ailelerine reva görülecek ücretin bu rakamların çok altında kalacağı da açıktır.
Bu süreçte devam eden MESS toplu sözleşme süreci ise bu gerçekliğin bir kez daha itirafı niteliğindedir. Öyle ki, Erdoğan’ın “ellerinizi taşın altına koyun” diye seslendiği TİSK patronlarının ağababaları olan MESS kapitalistleri, toplu sözleşme masasında işçiye yüzde 10 zam teklif etmektedir. Üstelik üç yıllık sözleşme dayatması başta olmak üzere bir dizi hak gaspıyla birlikte… Elbette metal işçisinin “bu kadarı da olmaz” diyeceğinin farkında olan MESS patronları, tekliflerini bir miktar yükselteceklerdir. Ancak sonuç esas itibarıyla değişmeyecektir. Saray iktidarının sermaye sınıfını krizden korumak için uyguladığı Mehmet Şimşek patentli gizli IMF programının sınırları, biz buna izin verirsek eğer aşılmayacaktır.
Asgari ücret sürecini takip edecek olan ocak zamları döneminde ise bu kez tek tek kapitalistler, fırsat buldukları her işletmede bu rakamların bile daha aşağısını dayatacaklardır.
O hâlde gerek Erdoğan’ın gerekse diğer AKP sözcülerinin “hakkaniyet”ten söz etmeleri, gözü kâr hırsından dönmüş kapitalistlerin bu söylemleri alkışlamaları sadece kötü bir piyesten mi ibarettir? Elbette değildir. Bütün bu çabalar, her türlü gerçeği ters yüz eden açıklamalar, Erdoğan’ın da sık sık vurguladığı gibi “iş barışının bozulmaması” içindir.
Onlar isterler ki, kendileri lüks ve safahat içinde yaşarken, milyonlarca işçi ve emekçi açlık ve yoksulluk girdabında yaşamını sürdürsün. Maruz kaldığı baskıya, sömürüye, yoksulluğa, sefalete ve ardı arkası kesilmeyen iş cinayetlerine katlansın. Ama “ülkenin huzuru” diye sundukları kendi huzurlarına, bu azgın baskı ve sömürü düzenine en küçük bir zeval gelmesin!
Ülkedeki bürokrat sendikacı takımının da büyük bir iştahla kullandığı “iş barışı” söylemi, işçi sınıfı ve emekçilerin bu kölelik düzenine razı edilmesinin adıdır. Oysa milyonlarca emekçinin kapitalizmin azgın çarkları içinde sömürüldüğü bu düzende “iş barışı” diye bir şey yoktur.
Geniş emekçi kitlelerin her geçen gün daha fazla farkına vardığı derinleşen kriz, işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki mücadeleyi keskinleştirmektedir. Bundan büyük bir korku duyan sermaye sınıfı, işçi sınıfının örgütsüzlüğünden de güç alarak azgın sömürü ve baskı politikalarından asla vazgeçememekte, ama diğer yandan büyüyen öfke ve tepkiden, işçi sınıfının sahip olduğu muazzam güçten derin bir korku duymaktadır.
Asgari ücret görüşmelerinden, MESS sözleşme sürecinden, fabrikalarda artan hak gasplarından, büyüyen sefalet ve yoksulluktan yansıyan tablo açıktır. Sermaye sınıfı ve onun hizmetkârı saray rejimi işçi sınıfı ve emekçileri daha büyük bir kavgaya davet etmektedir. Bu gerçeği ise her zaman olduğu gibi “ülkenin çıkarı”, “milletin huzuru” gibi kavramlarla örtmeye çalışmaktadır.
Bu daveti kabul etmek, işçi sınıfı ve emekçiler için yalnızca bir seçenek değil, kendilerinin ve çocuklarının geleceğini savunabilmek için izleyebilecekleri tek yoldur.



