İthal işçilik karşısında sınıfımızın tutumu ne olmalı?

Her fırsatta bizi Türk, Kürt, Ermeni, Alevi, Sünni diye bölmeye ve birlik olmamıza engel olmaya çalışan kapitalist patronlar, şimdi de aynı şeyi yurt dışından gelen işçiler üzerinden de yapmaya çalışacaklardır. O çok milliyetçi geçinen, ancak kârları söz konusu olduğunda fabrikasını iş gücünü daha ucuza mal edeceği ülkelere kaçıran patronların palavralarına aldanmayalım.

Son zamanlarda birçok fabrikada ve sanayi bölgesinde “ithal işçilik” uygulaması artmış durumda. Kapitalistler belli kriterleri sağladığı oranda (her yabancı işçi için beş Türk vatandaşı işçinin çalışıyor olması, ihracat yapıyorsa son yıl ihracat tutarının 250 bin dolar ya da yıllık cirosunun 8 milyon TL olması gibi) yabancı işçi çalıştırmak için başvuruda bulunabiliyor.

Uzun zamandır varolan bir uygulama bu. Ama özellikle son dönemde “çalışacak işçi bulamama” bahanesiyle yabancı işçi çalıştırma başvuruları artmış ve birçok fabrikada bu durum yaygınlaşmış bulunuyor.

Açgözlü kapitalistler, işçi maliyetini düşürmek, sosyal hakları tırpanlamak ve işçilerin birliğini engellemek için Endonezya, Hindistan, Nepal, Sri Lanka, Filipinler, Afganistan gibi ücretlerin oldukça düşük olduğu ülkelerden işçi getiriyorlar. Sermaye sınıfı, sefalet ücretleriyle, ağır çalışma koşullarıyla, kazanılmış hakları gasp ederek krizin faturasını işçi sınıfına yüklemekle yetinmiyor, işçi maliyetlerini yok pahasına karşılamayı da hedefliyor. AKP-MHP iktidarı eliyle çıkarılan ithal işçilik yasası da emirlerine amade.

Peki, ithal işçilik karşısında sınıfımızın tutumu ne olmalıdır?

İthal işçiliğin bu kadar yaygınlaşması, derinleşen krizin faturasını işçi sınıfına ödetmenin bir başka yoludur. Kâr rekorları kıran, işçi sınıfının yarattığı zenginliklerle kasalarını dolduran kapitalistler, işçi sınıfı ve emekçilere sefalet ücretlerini dayatıyorlar. Buna rağmen işçi maliyetlerinin yüksekliğinden, çalışacak eleman bulamamaktan yakınıyorlar. Çözümü de iş gücünün çok daha ucuz olduğu ülkelerden getirdikleri yabancı işçilerin emeğini azgınca sömürmekte buluyorlar. Bizlere sefaleti, yurt dışından gelen sınıf kardeşlerimize ise sefaletten de ötesini dayatıyorlar.

Bu ülkede yaşayan işçiler olarak, daha iyi bir yaşam umuduyla buralara gelmek zorunda kalan, şu an fabrikalarda çalışan ve çalışacak olan işçi kardeşlerimizi asla “ekmeğimizi elimizden alan” rakiplerimiz olarak görmemeliyiz. Bizler, farklı ülkelerde yaşayan, farklı milliyetlere ve inançlara mensup işçiler olarak, dünyanın tüm zenginliklerini yaratan sınıfın parçalarıyız, sınıf kardeşleriyiz. Ekmeğimizi elimizden alan da, bizlere sefalet, ölüm ve sömürüden ötesini reva görmeyenler de açgözlü patronlardır. Onlara hizmette kusur etmeyen iktidarlar ve onların düzenidir.

Bizlerden çok daha kötü şartlarda çalıştırılan bu işçilerle, rakip olmak bir yana, dayanışmayı güçlendirmeli ve birlik olmak için çabalamalıyız. Derinleşen krizin yükü bugün sefalet ücretleriyle, vergi soygunuyla, ağırlaşan çalışma koşullarıyla yerli-yabancı demeden işçi sınıfının sırtına yüklenmiş durumda. Rüzgârı tersine çevirmenin, kendi kâr hırslarının eseri olan krizin faturasını patronlara ödetmenin yolu, işçi sınıfının tüm renkleriyle birleşerek mücadele etmesinden geçiyor.

Her fırsatta bizi Türk, Kürt, Ermeni, Alevi, Sünni diye bölmeye ve birlik olmamıza engel olmaya çalışan kapitalist patronlar, şimdi de aynı şeyi yurt dışından gelen işçiler üzerinden de yapmaya çalışacaklardır. O çok milliyetçi geçinen, ancak kârları söz konusu olduğunda fabrikasını iş gücünü daha ucuza mal edeceği ülkelere kaçıran patronların palavralarına aldanmayalım. Milliyetçiliğin, ülkemizde ve tüm dünyada işçi ve emekçileri kendi davasından uzaklaştırmak, yapay ayrımlarla birbirlerine düşürüp, asıl düşmanımız olan kapitalist düzeni ayakta tutmak için kullanılan bir kalkan olduğunu unutmayalım.

Sincan İşçi Birliği