Taleplerimizin arkasında kenetlenmek, söz-yetki-karar hakkını elimize almak, taban örgütlülüklerimizi, fabrika komitelerimizi kurmak, metal işçileri olarak inisiyatifi elimize almak zorundayız. Bu adımları atmamak kaybetmeyi kabullenmek anlamına gelir. Unutmayalım ki, kazanıma giden yol, işçi sınıfının örgütlü gücünü ortaya koymaktan geçmektedir.
Metal iş kolunda yetkili üç sendika (Türk Metal, Birleşik Metal-İş, Özçelik-İş) ile MESS arasındaki Grup TİS süreci geldi çattı. 150 binden fazla metal işçisini kapsayan ve sonuçları tüm iş kollarına yansıyan bu süreç sınıf mücadelesi açısından önemli bir yerde duruyor. Metal işçilerinin sadece talepleri açısından değil, bilinç ve örgütlülük düzeyleri açısından da kazanımla çıkabilmesi için hepimize büyük sorumluluklar düşüyor.
TİS süreçlerini nasıl ele almalıyız?
Toplu İş Sözleşmesi hakkı işçi sınıfı açısından önemli bir kazanımdır. Zira sermayenin dayatmalarına karşı örgütlü gücümüzü ortaya koymak anlamına geliyor. Ancak, sermayenin hizmetindeki sendikal bürokrasinin işbirlikçi uzlaşmacı mücadele anlayışı, sermaye iktidarının yasakları, baskı ve zorbalığı, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülüğünün geri düzeyi, tüm bunlar sermayenin dayatmalarının işçi sınıfına kabul ettirildiği sözleşmeler gerçeğini karşımıza çıkartıyor.
İşçi sınıfının hiçbir söz hakkının olmadığı, hatta işçi sınıfının en büyük silahı olan grev hakkının bile yok sayıldığı sözleşme süreçleri, on yıllardır yoksulluğumuzu ve köleliğimizi derinleştiriyor. Bizleri en aza razı etmenin aracı haline getirilen sözleşme süreçlerinden kazanımlarla çıkmak istiyorsak, üzerimize düşeni yapmalıyız.
Elbette sınıf mücadelesi sözleşme süreçlerinden ibaret değildir. Ancak mücadelenin yoğunlaştığı, daha fazla işçinin mücadeleye çekildiği, algıların açıldığı bu süreçler, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyini yükseltmenin olanaklarının arttığı süreçlerdir.
Şu da unutulmamalıdır ki, bu süreçlerde elde edeceğimiz kazanımlar emeğin korunması, sömürünün sınırlandırılması anlamına gelecektir. Emeğin kurtuluşu ve sömürünün ortadan kalkması mücadelesinin büyütülmesi, bu süreçlerde işçi sınıfının mücadeleye ne düzeyde çekilebildiğine bağlıdır.
“Şer üçlüsü”ne karşı mücadeleyi yükseltelim!
Yıllardır işçi sınıfına karşı ortak çalışan MESS, sendikal bürokrasi ve iktidar üçlüsünün karşısında birliğimizi güçlendirmeli, örgütlü bir güç olarak karşılarına dikilmeliyiz. Unutmayalım ki, elde ettikleri tüm zenginlikler bizden çaldıklarıdır. MESS’in elde ettiği kârlar bizlerin emeğimizin sömürüsü üzerinden yükselir. Onların ekonomik büyüme rakamları bizlerin açlığı ve sefaleti anlamına gelir.
sendikal bürokrasi metal işçilerini MESS’in dayatmalarına boyun eğdirmek için içimizdeki ajanlar olarak çalışmaktadır. Metal iş kolunda, özellikle Türk Metal’de cisimleşen bu bürokratik kast, açıktan sınıf düşmanıdır, çeteci yöntemlere ve örgütlenmeye sahiptir. Birçok metal işçisinin sendika düşmanı olmasına neden olacak kadar pisliğin içindedirler. Misyonlarını yerine getirmelerinin ödülü olarak 200 bini aşkın işçinin aidatları ve sermayeden nemalandıkları üzerinden sefa sürerler. MESS’e ve sendikal bürokrasiye rağmen emeğine sahip çıkan metal işçilerinin karşısına grev yasakları, baskılar, tehditler, sermayenin ihtiyaçlarına göre yapılan yasal düzenlemelerle sermaye iktidarı çıkar. AKP-MHP iktidarının işçi düşmanlığı tescillidir. Metal işçileri sözleşme sürecinden kazanımla çıkmak, MESS’e diz çöktürmek istiyorsa, şer üçlüsünü birbirinden ayırmadan mücadelesini sürdürmelidir. Bu bir tercih değil zorunluluktur. Çünkü onlar metal işçilerinin karşısında kol koladır.
TİS süreçlerini ücret zamlarına sıkıştırmayalım!
Sözleşme süreçleri denildiğinde, bütün işçilerin aklına ücret zammı gelmektedir. Yaşadığımız yoksullaşma, düşük ücretler, alım gücünün düşmesi düşünüldüğünde, bunun elbette bir doğallığı vardır. Ancak sözleşme süreçlerini ücret zammına sıkıştıran anlayış bizleri kölelikten kurtarmadığı gibi, ortalamanın biraz üzerindeki ücretlerle köleliğe razı olmamıza neden olmaktadır.
Çalışma koşullarımızın belirlendiği, çıkarları uzlaşmaz iki sınıf olan burjuvazi ile işçi sınıfının fabrika veya iş kolu düzeyinde gücünün ortaya konduğu, bu gücün kayıp ve kazanımları belirlediği sözleşme süreçleri ücret zammına sıkıştırılmamalıdır. Taleplerimizi esnek çalışma koşullarına, vergi soygununa karşı duracağımız, söz-yetki-karar hakkımıza sahip çıkacağımız, her türlü hakkımızı koruyacağımız çerçevede oluşturmamız gerekir.
İnsanca yaşamaya yeten ücret!
Ücret zamlarını ilk altı aylık zammın ardından TÜİK’in enflasyon rakamlarına mahkûm edilmekten çıkartmalı, insanca yaşamaya yeten bir ücret talep etmeliyiz. Dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırının 88 bine, açlık sınırının 27 bin liraya ulaştığı şu günlerde, ücretlerimizi asgari ücretle kıyaslamamızı ve razı gelmemizi bekliyorlar. Daralma, iş yok gibi söylemlerle, işten atmalarla dayatmalara boyun eğmemiz bekleniyor.
Aylardır sürdürülen asgari ücretin 2-3 katı maaş aldığımız algısı, işsizlik tehditleri, anketlerle yaratmaya çalıştıkları algılar, yüzde 25-30 oranını övmeleri bilinçli ve organize bir tutumdur. Bu algı operasyonunu yaparken sermayenin elde ettiği kârların, kırdıkları rekorların bahsi geçmez.
Birçok veri, tekil olarak eski işçilerin ücretleri artsa da ortalama ücretlerin düştüğünü gösteriyor. Bu ne anlama geliyor? Sermayedarlar eski işçileri işten çıkartarak yerine asgari ücretin biraz üstünde ücretlerle işçi almakta, sözleşme kapsamında enflasyon zamları alınsa da MESS için iş gücü maliyeti düşmektedir. Buna karşı “eşit işe eşit ücret” talebi başta olmak üzere ücret makasının daraltılması için taleplerimizi ortaya koymalıyız.
Gerçek enflasyon üzerinden değil, TÜİK enflasyonu ile bizlere dayatılan düşük zamlar ve yaratılan algıya karşı gerçekler açıktır. Enflasyon rakamlarını kimsenin açıklamasına gerek yoktur. Her birimiz yaşayarak bunu görüyoruz. Taleplerimizi belirlerken, bu gerçeklerin göz ardı edilmesine izin vermemeliyiz.
İşten atmalara ve vergi soygununa karşı duralım!
Sözleşme süreçlerinin öncesi ve sonrası işten atmaların yaşanması artık doğal karşılanmaya başlandı. Yaratılan algı ile tazminatımız veriliyorsa, hatta üzerine 3-5 maaş da ekleniyorsa, patronun bizi işten çıkartma hakkı olduğu düşünülüyor. Hatta birçok işçi biriken borçları yüzünden gönüllü çıkışları zorunlu olarak kabul etmek durumunda bırakılıyor. Bu sayede MESS gözüne kestirdiği muhalif işçileri ve görece yüksek ücretli işçileri işten çıkartma imkânı buluyor. İşten çıkartmalara karşı örgütlü bir tepki ortaya koymadığımız sürece birliğimizi sağlama şansımız yoktur. İşten atılma korkusu herkesi bireysel düşünmeye sevk eder, birliğimizi bozar.
Unutmayalım ki, her birimizin iş güvencesi hakkı olmalıdır. İş güvencesi sermayenin keyfine bırakılamaz. İşsiz ordusu, işçi sınıfını köleliğe razı etmenin bir aracına dönüştürülmektedir. Bu yüzden işten atmalara karşı sözleşme sürecinden kazanımla çıkmak, sözleşmeye önleyici maddeler koymak önemlidir.
Sözleşme sürecini vergi soygununa karşı mücadelenin bir parçası olarak da değerlendirmek gerekir. Ücretlerimizin brütten değil, netten hesaplanması, vergi dilimlerinin sabitlenmesi gibi talepler, vergi soygununu durdurmasa da sınırlandıracak taleplerdir. Ülke bütçesinin sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendiği, büyük oranda vergilerden ve vergilerin de yüzde 80-90 oranında işçi sınıfından toplandığı bir düzende yaşıyoruz. Sermaye iktidarını sadece emeğimizle değil vergilerle de ayakta tutuyoruz.
Metal işçileri inisiyatifi eline almalıdır!
Taleplerimizin arkasında kenetlenmek, söz-yetki-karar hakkını elimize almak, taban örgütlülüklerimizi, fabrika komitelerimizi kurmak, metal işçileri olarak inisiyatifi elimize almak zorundayız. Bu adımları atmamak kaybetmeyi kabullenmek anlamına gelir. Unutmayalım ki, kazanıma giden yol, işçi sınıfının örgütlü gücünü ortaya koymaktan geçmektedir. Metal işçilerinin onayı olmadan hiçbir adımın atılmaması, MESS’in dayatmalarını geri çektirtmek, sendikal bürokrasinin ayak oyunlarını boşa düşürmek, yasaklara, baskı ve tehditlere boyun eğmemek, ne ölçüde örgütlü olduğumuza bağlıdır.
*-*-*
Taleplerimiz:
- İnsanca yaşamaya yeten ücret!
- Yoksulluk sınırının altındaki ücretlere hayır!
- Eşit işe eşit ücret!
- Vergi oranları sabitlensin, yoksulluk sınırına kadar ücretlerden vergi alınmasın!
- Ücretlerimiz brütten değil netten hesaplansın!
- TÜİK verileri değil, gerçek enflasyon verileri esas alınsın!
- Söz-yetki-karar hakkı metal işçilerine!
- Metal işçilerinin onayı olmadan sözleşme imzalanmasın!
- Sözleşme görüşmeleri canlı yayınlansın!
- İşten atmalar yasaklansın, tüm işçiler için iş güvencesi sağlansın!
- İş saatleri kısaltılsın!
- Taşeron, sözleşmeli, esnek, kuralsız çalışma son bulsun!
*-*-*
1977-1980 MESS grevleri
Sınıf mücadelesinde hangi sınıf daha örgütlüyse o daha güçlüdür. Taleplerimizi elde etmek, emeğimizi, haklarımızı korumak istiyorsak örgütlü bir güç olmalıyız. Sermayeye karşı mücadelemizi “sınıfa karşı sınıf!” bakışıyla örmeliyiz. Bu, bizler için ertelenemez bir sorumluluk olduğu gibi, sermayedarlar da işçi sınıfının emeğini sömürmek, sömürüyü arttırmak, ücretli kölelik düzenlerini devam ettirmek için kendi örgütlerini kurarlar.
Yaşadığımız düzen sermayenin iktidarda olduğu bir düzen olsa da, sermayedarlar iş kolu, bölgesel veya farklı siyasal yaklaşımlar doğrultusunda da kendi örgütlenmelerini oluştururlar.
Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası da (MESS) 1959 yılında metal sermayedarları tarafından kurulmuştur. Kurulduğu ilk günden itibaren metal işçilerinin mücadelesini bastırmak, köleliği dayatmak, sözleşme süreçlerinde ortak davranarak işçi sınıfının kazanımlarının önüne geçmek, dönemin mücadeleci sendikası Maden-İş’i etkisizleştirmek için adımlar atmıştır.
1977 MESS Grevleri, sınıf mücadelesinin yükseldiği bir dönemde yaşandı ve MESS bu sürece çok önceden hazırlık yapmıştı. Grev hazırlığı kapsamında aidat miktarlarını artırıp grev-lokavt fonu ve dayanışma fonu oluşturmuştu. 1976’da tüm metal patronları sözleşme ve imza yetkisini MESS’e devrettiler. MESS’in ortak hareket etmesini sağamak ve zayıf halkalardan kırarak işçi sınıfının mevzi kazanmasını engellemek istediler.
Algı operasyonlarıyla, gerçek dışı talepler neticesinde fabrikaların kapandığı, işçilerin işsiz kaldığı, enflasyon ve ekonominin kötüye gidişinin yüksek ücretlerden kaynaklı olduğu söylemleri yayıldı. Sözleşme görüşmelerini tıkayarak, uzun süreli bir grevle metal işçilerini maddi olarak zorlamak, örgütlülüğünü dağıtmak, Maden-İş’i ve metal işçilerini yenilgiye uğratmak istiyorlardı.
Ancak 30 Mayıs 1977’de 31 fabrikada başlayan grev bir ay içinde 61 fabrikaya yayıldı. Maddi ve eylemli dayanışma büyüdü. MESS’in tüm hamlelerine karşı 6 ayın sonunda MESS dize getirildi, masaya oturtuldu ve 3 Şubat 1978 günü sözleşme kazanımlarla imzalandı. Bu sürecin hemen ardından başlayan sözleşme süreçlerinden de metal işçileri kazanımla ayrıldı.
1979 yılının sonunda 122 işyeri ve 40 bin işçiyi kapsayan sözleşme sürecine MESS ve dönemin hükümeti çok daha hazırlıklı girmekte kararlıydı. Ecevit Hükümeti’nin yerine gelen Demirel Hükümeti’nin ilk icraatlarından birisi MESS Başkanı Turgut Özal’ı başbakan müsteşarı yaparak ekonominin başına geçirmek oldu. Sermaye için ekonomik istikrar anlamına gelen 24 Ocak 1980 Kararları ile işçi sınıfının kazanılmış haklarına göz dikildi. Ancak işçi sınıfının kararlılığı ile bu kararlar uygulanamadı. Türk Metal Nisan ayında MESS’in taleplerini kabul etmiş, ancak Maden-İş birçok fabrikada greve çıkmıştı. 22 Temmuz 1980’de Maden-İş Başkanı Kemal Türkler öldürüldü. Grevler ancak 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile ezilebildi. Maden-İş kapatıldı, işçiler zorla Türk Metal’e üye yapıldı.
Ancak metal işçilerinin mücadelesi kesintiye uğrasa da burada bitmedi. 2015 Metal Fırtına bu kavganın bitmediğinin en önemli göstergelerindendir. Bugün de bu mücadeleyi omuzlamak bütün metal işçilerinin görevidir.