Sendikaların ve emekçilerin bu konuda uyanık olmasının ötesinde, harekete geçmesi gerekiyor. Zira düne kadar sendikaların “yüksek tonda” dile getirdikleri “kıdem tazminatı kırmızı çizgidir” söyleminin artık eyleme dönüşmesi şarttır.
Fransa’da işçiler, emekçiler, gençler ve kadınlar iktidarın politikalarını sessizce izleselerdi, Macron yönetiminin işi kolay olurdu. Oysa tersi oluyor. Zira emekçilerin ve genel olarak toplumsal muhalefetin güçlü ve köklü bir mücadele geleneği var. Bu da sistemin krizini derinleştiriyor. Bundan dolayı Macron bazen geri adım atmak zorunda kalıyor.
Şerife Muhammedi’nin idamıyla İran işçi sınıfı saflarına korku salınarak, işçilerin mücadelesinin büyümesi engellenmek isteniyor. Türkiyeli işçi ve emekçiler olarak İran işçi sınıfı ile enternasyonal dayanışmamızı yükseltelim, “Şerife Muhammedi’ye özgürlük!” çağrısına ses verelim!
Eğitim gibi temel bir hizmet nitelikten, bilimsellikten, sağlıktan, güvenceden yoksun bırakılarak kapitalist patronlara büyük bir kâr alanı olarak sunuluyor. Böylece işçi ve emekçi çocuklarını nitelikli eğitimden mahrum bırakılırken, kadınlar da bu piyasacı eğitimin yarattığı sorunlarla baş başa kalıyor.
Komşu annelik projesi, Aile Yılı adı altında ortaya konan işçi ve emekçi kadınlara yönelik hak gasplarının, esnek ve güvencesiz çalışma modellerinin bir parçasıdır.
Enternasyonalist devrimci kimliğiyle bilinen Ernesto Che Guevera, Guatemala’dan Küba’ya, Meksika’dan Kongo ve Bolivya’ya dek bir dizi ülkede mücadele yürüttü. Kendi geleceğini bu yoksul insanların geleceği ile bir tuttu.
“... Bir Yakup ölmüş, bin Yakup var savaşacak. Bu olay ne ilktir ne de son. İşçi sınıfımızın mücadele tarihinde bu gibi olaylar çoktur. Binlerce işçi kardeşimiz vurulmuş, işkencelere tâbi tutulmuş, ama hâkim sınıfların baskılarına rağmen sınıf mücadelesi durmadan ilerlemiştir. Profilo olayları neticesinde biz altı işçi tevkif edildik. Ama biliyoruz ki ne işkenceler ne hapishaneler bizleri yıldıramaz. Tam tersine sınıf mücadelesini pekiştirir. Hapishaneler bizler için birer okuldur ve bizler bu okulda bulunmaktan dolayı gurur duyuyoruz...”
6-7 Eylül’ü ve ezilen mezheplere ve halklara dönük kanlı saldırıları unutmayacak, halkların eşit ve özgür yaşayacağı bir dünya için mücadelemizi büyüteceğiz!
“Naci’nin Filistinlisi, sırf veraset yoluyla Filistinli olanlar değildir. Naci’nin bakışında tüm yoksullar Filistinlidir. Tüm mazlumlar, ezilenler, kuşatılanlar, gelecek ve devrim… Hepsi Filistinlidir.”
Mahmut Derviş
Emperyalizm sömürü ve katliamlarıyla dünyada kol gezmeye devam ediyor. Ortadoğu kan gölüne çevrilirken, Latin Amerika ülkelerinde faşist baskı ve ambargolar hüküm sürüyor. Bu baskı ve sömürü düzenine karşı özgürlük ve insanca bir yaşam mücadelesi verenlerin dillerinde de Viktor Jara’nın Venseromos’u/Biz Kazanacağız’ı söylenmeye devam ediyor. Viktor Jara ve daha nice devrimci katledilmiş olsa da, mücadelenin vazgeçilmez besteleri olan türküleri ve marşları ile işçi ve emekçilerin dillerinde yaşamaya devam edecekler.
Ancak tüm bu yasaklamalar sanatın mücadele ile olan bağını koparamamıştır. Sömürü, savaş ve baskı düzeni devam ettiği sürece sanat her zaman bu düzene karşı verilen mücadelenin önemli bir alanı olmaya devam edecektir.
“Türkiye işçi ve emekçileri bugün kendi tarihinin en ağır iktisadi, sosyal ve siyasal saldırılarıyla karşı karşıyadır. Yaşamı kuşatan çok yönlü sermaye politikaları karşısında örgütsüz ve dağınık bir haldedir. Ancak bu gerçek, hemen yanı başımızda yaşanan bir soykırıma karşı kayıtsız kalmanın gerekçesi olamaz. Unutulmamalıdır ki, eşitlik, özgürlük, barış ve insanca bir yaşam talep eden işçi sınıfı, bu hedefe ancak kendi dışında yaşanan her türlü baskı, sömürü ve adaletsizliğe de karşı çıkarak ulaşabilir.”
“Metal Fırtına”da yaşananları bilmek, onu doğuran koşulları ve ortaya çıkardığı dersleri kavramak, bugünün ve geleceğin mücadeleleri için önemli bir sorumluluktur. Emeğin kurtuluşu mücadelesi, fabrikalarda ve işyerlerinde verdiğimiz insanca çalışma ve yaşam koşulları mücadelesi ile güçlenecektir. Ve bu mücadelelerde geçmişin deneyimlerinden dersler ve sonuçlar çıkarmak, yeni mücadeleleri bu derslerin ışığında büyütmek gerekmektedir.
MESS Grup TİS sürecine kadın işçilerin penceresinden bakmak; hem onların yaşadığı özgün sorunları görmek hem de ortak sınıf mücadelesinin bir parçası olduklarını unutmamak anlamına gelir. Kadınların görünmez kılındığı her sözleşme süreci, sadece kadın işçileri değil tüm sınıf mücadelesini zayıflatır.
Ekonomik krizin en ağır bedellerini ödeyen, tüm demokratik hakları baskı ve zorbalıkla engellenen ve AKP iktidarı tarafından Ortadoğu’daki savaş politikalarının suç ortağı haline getirilmeye çalışılan Türkiye işçi ve emekçilerinin, BM Genel Kurulu’nda sergilenen bu ikiyüzlü politikalardan bekleyebileceği hiçbir şey yoktur. Başta Filistin’de yaşananlar olmak üzere, emperyalist-siyonist savaş ve sömürü politikalarını durdurmanın tek yolu, işçi sınıfının kendi bağımsız ve örgütlü mücadelesinden geçmektedir.
İşçi sınıfı yalnız saray rejimin politikalarına değil, emperyalist dayatma ve saldırganlık politikalarına karşı da mücadele etmek zorundadır. Emperyalist kölelikten kurtulmanın yolu ise bu köleliğin gönüllü taşıyıcısı olan sermaye düzeninden kurtulmaktan geçmektedir.
İşçi demokrasisinin, burjuva demokrasisinden binlerce kat daha demokratik ve üstün olduğu gerçeği gerek Paris Komünü deneyimi gerekse 1917 Ekim Devrimi’yle somut olarak doğrulanmıştır.
Kapitalist düzende üretim araçlarıyla birlikte devlet de burjuvaziye aittir. Dolayısıyla bu düzende “eşitlik”, “özgürlük” ve “demokrasi” gibi kavramlar, üretim araçlarının özel mülkiyetinin burjuvaziye ait olduğu ve bununla birlikte siyasal iktidarın da ona ait olduğu gerçeğini gizlemeye yarar.
İşçi sınıfının kendi mücadelesiyle elde ettiği oy hakkı, yasalar önünde eşitlik, biçimsel seçilme hakkı gibi kazanımlar da siyasal iktidarın gerçek niteliği konusunda yanılsamalara yol açtı. Burjuvazi önce zorla kabul etmek zorunda kaldığı bu hakları, sonrasında sömürü düzenini geniş kitlelere onaylatmanın aracına çevirdi. Bu da işçi sınıfı ve emekçilerin, üretim araçlarına sahip olan kapitalistlerin siyasal iktidarın da esas sahibi olduğu ve devlet denilen mekanizmanın onlara hizmet ettiği gerçeğini kavramasını zorlaştırdı.