İşçi sınıfının kendi mücadelesiyle elde ettiği oy hakkı, yasalar önünde eşitlik, biçimsel seçilme hakkı gibi kazanımlar da siyasal iktidarın gerçek niteliği konusunda yanılsamalara yol açtı. Burjuvazi önce zorla kabul etmek zorunda kaldığı bu hakları, sonrasında sömürü düzenini geniş kitlelere onaylatmanın aracına çevirdi. Bu da işçi sınıfı ve emekçilerin, üretim araçlarına sahip olan kapitalistlerin siyasal iktidarın da esas sahibi olduğu ve devlet denilen mekanizmanın onlara hizmet ettiği gerçeğini kavramasını zorlaştırdı.
Çoğumuz içinde yaşadığımız sistemde emeğimizin sömürüldüğünü biliriz. Bu sistemdeki eşitsizlikleri, bizler zor bela hayatımızı sürdürürken bir avuç azınlığın lüks ve sefahat içinde gününü gün ettiğini kabul etmeyecek işçi yok gibidir. Ama iş siyasal alana geldiğinde, herkesin eşit olduğunu düşünürüz yine de. Vatandaşlık burada anahtar kavramdır. Öyle ya, sonuçta hepimiz aynı ülkenin vatandaşlarıyızdır. Kanunlar önünde aynı haklara sahibiz, aynı yasalara tabiyiz. Ülkeyi kimin yöneteceğine karar verme sırası geldiğinde, bizim oyumuz ile zengin bir kapitalistin oyu eşittir, vb… Bunları, aynı bayrak altında yaşayan aynı ülkenin vatandaşları olarak, çıkarlarımızın ortak olduğu düşüncesi tamamlar. Bu ortak çıkarların ve sahip olduğumuz hakların koruyucusu olarak ise devleti görürüz.
Oysa tüm bunlar, tarihsel ve güncel gerçeklerle örtüşmeyen, bilimsellikten uzak düşüncelerdir. Bu düzende aynı ülkenin vatandaşları olarak ne çıkarlarımız ortaktır ne de devlet tüm sınıflara aynı mesafede duran tarafsız bir yapıdır. Adına kapitalizm dediğimiz bu baskı ve sömürü düzenini ayakta tutan en önemli unsurlardan biri, sistemin işçi sınıfı ve emekçileri bu yalanlara inandırmış olmasıdır.
Kapitalizmin kendinden önceki toplumsal sistemlerden farkı
Devletin hâkim sınıfların hizmetinde ve onların çıkarlarını koruyan bir yapı olduğu, kapitalizmi önceleyen toplumlarda çok daha açık görülebilen bir durumdu. Zira bu toplumlarda sömürü mekanizmaları ile siyasal yönetim mekanizmaları arasındaki ilişki hiçbir tartışmaya yol açmayacak kadar belirgindi. Siyasal iktidarı elinde tutan güç, sömürüyü doğrudan zor ve baskı yolu ile gerçekleştiriyordu. Ezilen kesimlerin biçimsel olarak bile siyasal temsil mekanizmalarıyla ilişkilenmesi düşünülemezdi.
Örneğin, bugünkü modern demokrasinin öncülü sayılan Antik Yunan demokrasisinde halk önemli kararları bugünkü stadyumları andıran alanlarda bir araya gelip alıyordu. Yöneticiler geçici bir süre için seçiliyor ve bir süre sonra görevlerini bırakıyorlardı. Ama Antik Yunan toplumu köleciliğe dayanıyordu. Toplumun ihtiyaçlarının çoğunu köleler karşılıyordu. Yalnızca oy hakkından mahrum değillerdi. Aynı zamanda canları da dahil olmak üzere yaşamlarıyla ilgili her türlü tasarruf köle sahiplerine aitti. Egemenlerin yasaları köleliği açıktan meşru görüyor, kaçan ya da çalışmayı reddeden köleler cezalandırılıyordu. Köle sahiplerinin her türlü çıkarı Yunan şehir devletlerinin silahlı güçleri ile korunuyordu. Yani devlet köleleri sömüren mekanizmanın doğrudan içerisinde yer alıp sürekliliğini sağlıyordu. Aynı şey diğer antik dönem şehir devletleri ve Roma gibi büyük imparatorluklar için de geçerliydi. Bu durumda ezilenlerin devletin gerçek niteliği konusunda hiçbir yanılsamaya düşmesi söz konusu olmuyordu.
Kölelerin temel üretici güç olduğu bu toplumsal yapının yerini feodal toplum düzeni aldı. Siyasal erki elinde bulunduran feodal yönetici de sömürüyü doğrudan gerçekleştiriyordu. Tebaası olan halkın ürününe el koyduğu gibi, onları kendine ait topraklarda karşılıksız olarak çalıştırıyordu. Ya da merkezi krallıklar, herhangi bir soylunun tebaası olmayan köylüleri ağır vergilerle sömürüyordu.
Kapitalist sistemin kendinden önceki toplumlardan temel farkı ise, yönetim mekanizmaları ile sömürü mekanizmalarının birbirinden ayrılmasıdır. Üretim araçlarına sahip olmadığı için ihtiyaçlarını ancak işgücünü satarak karşılayabilen işçi, görünürde bunu yapması için özel bir baskı ya da zora maruz kalmıyor. Zorunluluk siyasal zorlamadan değil, geçinmek için işgücünü satma mecburiyetinden kaynaklanıyor.
İşçi sınıfının kendi mücadelesiyle elde ettiği oy hakkı, yasalar önünde eşitlik, biçimsel seçilme hakkı gibi kazanımlar da siyasal iktidarın gerçek niteliği konusunda yanılsamalara yol açtı. Burjuvazi önce zorla kabul etmek zorunda kaldığı bu hakları, sonrasında sömürü düzenini geniş kitlelere onaylatmanın aracına çevirdi. Bu da işçi sınıfı ve emekçilerin, üretim araçlarına sahip olan kapitalistlerin siyasal iktidarın da esas sahibi olduğu ve devlet denilen mekanizmanın onlara hizmet ettiği gerçeğini kavramasını zorlaştırdı. (Devam edecek…)