100 bin kişiydiler…

Büyük Ankara Yürüyüşü işçi sınıfının gücünü olduğu kadar aşması gereken engelleri de gösterdi. Devlet sermayenin devletiydi, sendika bürokratları onların hizmetindeydi. İşçi sınıfı bu engelleri aşmadan emeğin kurtuluşu yürüyüşünü zafere ulaştıramazdı.

Türkiye işçi hareketi tarihinin en önemli eylemleri arasında yer alan Zonguldak maden işçilerinin Ankara Yürüyüşü, 1990 yılı sonunda başlayan grevin ilerleyen aşamalarında gündeme geldi. Bu eylem 1980 darbesinin ardından Netaş grevi ile yeniden yükselişe geçen ve Bahar Eylemleri ile ülkeyi sarsan işçi hareketinin zirve noktasıydı.

Maden işçileri greve çıktılar, çünkü ‘80 darbesi ile gasp edilen ekonomik ve sosyal haklarını geri istiyorlardı. Ama daha önemlisi, madenlerin kâr etmediğini ve toptan kapatılması gerektiğini söyleyen dönemin ANAP hükümetine meydan okuyorlardı.

ANAP hükümeti maden işçisinin grev kararlılığına önce lokavt kararı, ardından ise Zonguldak’a asker ve polis yığınağı yaparak yanıt verdi. Dönemin Cumhurbaşkanı Özal’ın işçileri suçlayan açıklamaları işçilerin öfkesini daha da büyüttü. Grevin başladığı 30 Kasım’da ise Türk-İş Genel Merkezi’nin maden işçilerinin mücadelesine gereken desteği vermeyeceği ortaya çıktı.

Ancak tüm bunlar maden işçisinin mücadele kararlılığını güçlendirdi. Maden işçilerinin kararlı duruşu sayesinde grev önce bir kent grevine, ardından ise sermaye devletinin dizlerini titreten büyük Ankara Yürüyüşü’ne evrildi.

Ülke çapında etki yaratan bu görkemli eyleme Zonguldak’ta esnaf kepenk kapatarak destek sunuyor, liseli öğrenciler okullarından çıkıp eylemlere katılıyordu. Grevin büyük ses getirmesi ve geniş destek alması nedeniyle Türk-İş 3 Ocak 1991 tarihinde uygulanmak üzere genel grev kararı almak zorunda kaldı. Bu göstermelik eylem kararına rağmen maden işçileri Ankara’ya yürüme kararını aldılar ve hazırlıklara başladılar. 3 Ocak’taki genel greve rağmen hükümet taleplerini kabul etmezse 4 Ocak günü yürüyüşe başlayacaklarını ilan ettiler.

Ankara Yürüyüşü için yapılan planlama bir süre yürüdükten sonra otobüslerle devam etmek biçimindeydi. Ancak otobüslere engel olunması üzerine işçiler yollara dökülerek yürüyüşe geçtiler. “Ölmek var dönmek yok!”, “Yolumuz Ankara, hedefimiz Çankaya!” sloganlarıyla yürüyen işçilere destek çığ gibi büyüdü. İşçilerin aileleriyle birlikte yöre halkı da yürüyüşe katıldı. Bu kadarla da kalmadı. Ülkenin birçok yerinden gelen işçiler, emekçiler, aydınlar, sanatçılar ve gençler de yürüyüş kortejinde yerlerini aldılar. Böylelikle 100 bin kişilik bir yürüyüş korteji oluştu.

Bu görkemli yürüyüş sermaye devletini o denli korkuttu ki, Çankaya Köşkü’nün çevresine dikenli teller çektiler. İşçilerin önüne ilk barikat ise Devrek yolunda kuruldu. Devrek’te ve Dorukhan Tüneli’nde kurulan barikatları kararlılıkları ile aşan maden işçilerinin önü yürüyüşün dördüncü gününde Mengen’de kesildi. Devletin baskısına rağmen Ankara’ya yürüme kararlılığını sürdüren işçiler, sendikacıların dönün çağrısı üzerine otobüslerle Zonguldak’a döndüler.

Hemen ardından başlayan Körfez Savaşı’nı fırsat sayan sermaye devleti 25 Ocak’ta tüm grevleri yasakladı ve sözleşme hükümetin ilk teklifinden daha düşük bir zamla sonuçlandırıldı.

Büyük Ankara Yürüyüşü işçi sınıfının gücünü olduğu kadar aşması gereken engelleri de gösterdi. Devlet sermayenin devletiydi, sendika bürokratları onların hizmetindeydi. İşçi sınıfı bu engelleri aşmadan emeğin kurtuluşu yürüyüşünü zafere ulaştıramazdı.