Açık ki metal işçisinin MESS düzenini yenmek, insanca çalışma ve yaşam koşullarına kavuşmak için bu ihanetçi-işbirlikçi çeteyi sırtından atmaktan başka bir yolu bulunmuyor. Metal işçisinin bunu başaracak gücü ve kapasitesi fazlasıyla var. Yapması gereken ise deneyimlerden dersler çıkararak harekete geçmekten başka bir şey değil.
Kapitalistler işçi sınıfının örgütlü mücadelesini zayıf düşürmek için her türlü kirli yol, yöntem ve aracı kullanmaktan geri durmazlar. Bunlar arasında sendikal ihanet şebekelerinin özel bir rolü vardır. Ve Türkiye söz konusu olduğunda, bu ihanet şebekelerinden birinin yeri çok daha ayrıdır. Türk Metal Sendikası isimli bu çete, sadece sermaye sınıfı adına metal işçisini denetim altında tutan bir ihanet şebekesi değildir. Aynı zamanda varlık nedeni sınıf mücadelesine düşmanlık olan bir kontra örgütlenmedir.
O günkü adıyla Türkiye Metal-İş Federasyonu 1963 yılında Türk-İş’in kurucu üyeleri arasında bulunan Kırıkkale Makine ve Kimya İşçileri Sendikası (Kırıkkale Metal-İş), Ankara Makine Kimya İşçileri Sendikası (Ankara Metal-İş) ile Elmadağ Barut ve Patlayıcı Maddeler İşçileri Sendikası’nın girişimi ile kuruldu. 1970 yılında gerçekleştirdiği genel kurulda kuruluş gerekçesi şöyle anlatılmaktadır: “Türkiye Metal-İş Federasyonu, (…) sendikal hak ve özgürlüklerin işkolumuzdaki bir takım sendikaların özellikle DİSK’in kurucusu Maden-İş’in bu özgürlükleri yanlış bir istikamete kaydırmak, sosyalist bir düzen kurma hevesi içerisinde aşırı sol propaganda yapmak, sermaye düşmanlığını teşvik ve tahrik etmek, işçi haklarından öte politik bir doğrultuya kaymak istidadında bulunan çalışmalarının neticesi olarak doğmuştur.”
Yani, hiçbir ek değerlendirme yapmaya gerek kalmadan varlık nedenlerinin metal işçisinin hak mücadelesini güçlendirmek değil, tam tersine Maden-İş ile birlikte yükselen bu mücadeleyi baltalamak olduğunu kendileri söylemektedir. 1973’te “milli tip” sendikaya geçilmesi kararı ile birlikte federasyondan sendikaya dönüşen Türk Metal, ‘60’lı ve ‘70’li yıllar boyunca DİSK ve Maden-İş öncülüğünde yürütülen örgütlenme ve mücadelelere dönük kontra saldırılar dışında hiçbir varlık göstermemiştir.
“Türk Metal”in metal işçisinin ve Türkiye işçi sınıfının tepesine çöreklenmesi doğrudan 12 Eylül askeri faşist darbesinin eseridir. “Bugüne kadar işçiler güldü, artık gülme sırası bizde” diyerek 12 Eylül’ü ayakta alkışlayan kapitalistler, metal işçisini denetlemek ve mücadele iradesini kırmak için Türk Metal’in önünü özellikle açtılar. DİSK ve Maden-İş’in faaliyetleri darbe ile yasaklanırken, 1983 yılında çıkarılan geçici bir kararnameyle sendika üyeliğinde o dönem zorunlu olan noter şartı kaldırıldı. Kapitalist patronların Türk Metal’e verdiği listelerle, işçiler kendi iradeleri dışında bu sendikaya üye yapıldılar. İşçilerin çoğunun bundan haberi bile yoktu. Böylece Türk Metal’in 12 Eylül öncesinde 15 bini geçmeyen üye sayısı, 1983’te 75 bine, 1986’da ise 130 bine ulaştı.
O günden bugüne, kapitalistlerin kendisine bahşettiği bu imkânla birlikte Türk Metal, sadece diyet borcunu ödemekle kalmadı, varlık nedeninin gereği neyse onu yaptı. 12 Eylül’le birlikte kurulan yeni çalışma rejiminin en önemli aktörlerinden biri haline geldi.
En önemli görevi, metal işçisinin ağırlaşan çalışma ve yaşam koşullarına boyun eğmesinin sağlanmasıydı. Ücretler düşürülür, sosyal haklar tırpanlanır, çalışma koşulları sürekli olarak ağırlaşırken en ufak bir itiraz bile geliştirmediler. Dahası itiraz eden işçilerin tespit edilmesi görevini üstlendiler ve işten atılmasına aracılık ettiler. Bir işçi sendikasının yerine getirmesi gereken en sıradan görevleri ortada bıraktılar ve şirketlerin insan kaynakları departmanı gibi davrandılar. Fabrikalarda yarattıkları korku iklimi ve kullandıkları çetevari yöntemler bu görevi “başarıyla” yerine getirmelerinde en önemli etken oldu. Böylece metal işçisinin MESS düzenine uysalca boyun eğmesinin yanında geçmiş mücadele deneyiminin iğdiş edilmesinin ve metal işçisinin sendikal bilincinin tırpanlanmasının da koşulları yaratıldı. Bu yanıyla Türk Metal çetesi, bugün işçi sınıfının yaka silktiği ama çıkış yolu bulmakta zorlandığı sömürü koşullarının en önemli mimarlarından biridir. “Üretmek, kazanmak, kazandırmak istiyoruz!” sloganı ile formüle ettikleri çalışma rejiminde üreten ve kazandıran işçiler, kazanan ise MESS ve kapitalistler ile birlikte kendileridir.
Elbette metal işçisinin bu ihanetçi ve işbirlikçi düzene karşı öfkesinin patladığı dönemler de yaşandı. 1998’de, 2012’de ve özellikle 2015’te bunun çarpıcı örneklerini gördük. 2015’teki öfke, Metal İşçileri Birliği’nin yönlendiriciliğiyle hızla kitleselleşti ve sadece metal işçisinin değil, Türkiye işçi sınıfının en önemli ve en kitlesel mücadele deneyimlerinden birini ortaya çıkardı.
Dalga dalga yayılan eylemlerle, yüz bine yakın işçi Türk Metal’den istifa etti. Türkiye’nin en büyük metal fabrikalarında günlerce süren iş durdurma ve fiili işgal eylemleri gerçekleşti. Bu büyük başkaldırının temelinde, ağırlaşan çalışma ve yaşam koşulları, yani doğrudan MESS düzeni vardı. Ancak öfkenin doğrudan yöneldiği hedef, bu düzenin koruyuculuğunu yapan Türk Metal çetesi oldu.
Bu büyük öfke patlamasında, sorunun kaynağı ile görünen yüzü arasındaki bağı güçlü bir şekilde kuramamak metal işçisinin en önemli zayıflığı olarak öne çıktı. Türk Metal işçiler üzerindeki hâkimiyetini ve denetimini kaybederken, MESS kurduğu sömürü düzenini korumak için devreye girdi ve öz çocuğu olan Türk Metal’i yeniden kurtarmayı başardı.
Metal Fırtına’nın ardından, bir süreliğine de olsa Türk Metal çetesi, bir “işçi sendikası” görüntüsü vermeye özen gösterdi. Temsilciler bantlar arasında dolaşmaya başladı. O güne kadar işçilerin imza atılana kadar haberinin bile olmadığı toplu sözleşme süreçlerinde anketler yapıldı, bilgilendirme toplantıları düzenlendi. Hatta kimi zaman göstermelik eylemler organize edildi.
Ancak tüm bunlar, metal işçisinin bir kez daha büyük bir öfkeyle karşılarına dikilmesinden duydukları korkuyla atılan yüzeysel ve sahte adımlardan ibaretti. Çünkü Türk Metal’in temel varlık nedeni ve sermaye adına üstlendiği misyon, olduğu gibi yerinde duruyordu.
Bugün, yeni bir MESS Grup Toplu Sözleşme sürecine girerken, tüm bu gerçeklik bir kez daha çıplak biçimde karşımızda duruyor. Türk Metal çetesi, yalnızca hazırladığı TİS taslağıyla değil, fabrikalarda alttan alta yaydığı “Bu dönem işimizi koruyalım yeter” anlayışıyla da işçilere şimdiden teslimiyeti dayatıyor. Öyle ki her bir fabrikada “yüksek zam alırsak işten çıkarmalar olur” diyerek işsizlik sopasını kapitalistlerden önce kendi eline almış durumda.
Niyetleri ise gayet açık: Metal işçisinin derinleşen ekonomik yıkıma karşı biriken hoşnutsuzluğunu bastırmak ve bir kez daha MESS patronlarının çıkarlarını korumak.
Açık ki metal işçisinin MESS düzenini yenmek, insanca çalışma ve yaşam koşullarına kavuşmak için bu ihanetçi-işbirlikçi çeteyi sırtından atmaktan başka bir yolu bulunmuyor. Metal işçisinin bunu başaracak gücü ve kapasitesi fazlasıyla var. Yapması gereken ise deneyimlerden dersler çıkararak harekete geçmekten başka bir şey değil.
*-*-*
Metal Fırtına Dersleri Broşürü’nden:
“Metal Fırtına”, “sınıfa karşı sınıf” duruşunun, siyasal sınıf bilincinin tarihsel önemini bir kez daha kanıtlamıştır!
Düşük ücretler de, işçi aidatı ile beslenen sendikal ihanet şebekeleri de işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı sömürünün sadece görünen yüzleridir. İşçi sınıfının yoksulluğa ve sefalete mahkûm edilmesi ve sözde sendikacıların işyerlerinde patron temsilcisi gibi davranması, kapitalistlerin kurdukları sömürü düzeninin kesintisiz bir şekilde devam etmesi içindir.
İşçiler daha iyi bir ücret için, sendikal demokrasi için ve diğer talepleri için elbette mücadele edecekler. Ama işçi sınıfı, bu haklı talepleri için mücadele ederken bu talepleri ortaya çıkaran gerçek nedeni hiçbir zaman unutmamak zorunda. Bunu unuttuğu her durumda, üç kuruşu beş kuruş yapmak isterken attığı her adımda, kapitalistler ondan çok daha fazlasını çalmak için her şeyi yapıyorlar. Çünkü işçiler tek bir noktaya odaklanırken, kapitalistler bir sınıf refleksi ve bilinci ile davranıyorlar.
Söz konusu olan “Metal Fırtına” olduğunda, işçilerin tepkisine neden olan Türk Metal çetesi sadece basit bir piyondu. Onu kapitalist patrona ya da devlete şikâyet etmek, aradan çıkartarak patronlarla sorunsuz anlaşabileceğini düşünmek, metal işçisinin o günkü bilinçleri ile düştükleri hataların en önemlilerinden biriydi. Çünkü onlar, Türk Metal’in koruyuculuğunu yaptığı düzenin gerçek sahipleriydi. Ve asıl mücadelenin onlara karşı verilmesi gerekiyordu.
Bu ise bu broşürün başından beri vurguladığımız sınıfsal ilişkiler konusunda net bir bilince sahip olmayı zorunlu kılıyor. Karşımızda sendikacılar, kötü niyetli yöneticiler ya da tek tek kapitalistler yok. Karşımızda bir sınıf var. Ve işçiler bu “kapitalist sınıf”a karşı bir “sınıf” olmak zorunda.
İşçi sınıfı bunu başarabildiği oranda, verdiği mücadelelerde kritik anlarda karşılarına çıkarılan bilinç bulandırıcı tuzaklara da düşmeyecektir. Burjuvazinin milliyetçiliği, mezhepçiliği ya da türlü türlü değer yargılarını kullanarak birliğini bozmasına izin vermeyecektir. “Metal Fırtına”da da örneklerini gördüğümüz bu girişimleri, kapitalistler ve onların devleti her işçi eyleminde piyasaya sürmektedir. Bunu boşa çıkarmak ancak siyasal bir sınıf bilincine sahip olmakla, bu bilinci “sınıfa karşı sınıf” duruşu ile örgütlemekle mümkün olabilir.
Bu yanıyla “Metal Fırtına”, kitleselliği ve yaygınlığı ile 12 Eylül sonrasının en önemli işçi eylemlerinden biri olsa da, sınıfın bilinç ve örgütlenme düzeyinin zayıflığının da kendini en belirgin, en çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğu bir eylemlilik oldu. Ve tam da bu nedenle işçi sınıfı halihazırda yaşadığı eylemli süreçlerden bir mücadele birikimi yaratarak çıkamıyor. Bu kısır döngüyü aşmak ise ancak işçi sınıfının politik mücadele sahnesine çıkması ile mümkün olabilir. Daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için verilen mücadeleler ancak bu şekilde sonuca ulaşabilir ve kalıcı kazanımlar elde edebilir.