Tutmayan öngörüler, çöken programlar…

Sermaye iktidarı hangi programı uygularsa uygulasın, tek amacı krizin yükünü emekçilerin omuzlarına yıkmaktır. Öyleyse, insanca yaşamak ve bu krizin faturasını gerçek sahiplerine ödetmek için ayağa kalkmaktan başka bir seçeneğimiz yok!

Enkaza dönmüş ülke ekonomisini düzlüğe çıkarmak adına ekonominin dümenine geçen Mehmet Şimşek ve ekibinin en büyük iddiası enflasyonu düşürmekti. AKP iktidarının açıkladığı Orta Vadeli Program’a göre, 2025 yılı sonu için enflasyon hedefi yüzde 17 olarak belirlenmişti. Aylardır “sıkı para politikası”nın esas alındığı bu programın gidişatından memnun olduğunu dile getiren Şimşek ve iktidar sözcüleri, yerli ve yabancı sermaye çevrelerine pembe tablolar sunarak güven tazelemeye çalışıyorlardı.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan işi daha da ileri götürerek enflasyonun tek haneli rakamlara ineceğini bile iddia edebildi. Ne var ki, TÜİK tarafından açıklanan Eylül ayı verileri bu yalanları altüst etti. Enflasyon aylık yüzde 3,23; yıllık ise yüzde 33,29 olarak açıklandı. Bu veriler, saray ve sözcülerinin çizdiği iyimser tablonun gerçekle hiçbir ilgisi olmadığını bir kez daha ortaya koydu.

Birkaç gün önce “Biz bu işi biliyoruz” diye böbürlenen Erdoğan yine çark etmek zorunda kalırken, Merkez Bankası Başkanı enflasyondaki artışın sorumluluğunu yastık altındaki altınlara yükledi. Şimşek ise yükselişi zirai don, kuraklık ve okulların açılmasına bağladı.

Şimşek’in göreve getirilmesinin üzerinden geçen yaklaşık 2,5 yıla rağmen ortaya çıkan son veriler, bu ekonomik programla hedeflenenin aslında ne olduğunu açıkça gösteriyor.

Sermaye çevreleri tarafından pek övülen bu programa göre, düşük ücret politikası ve faizlerin en azından bir dönem yüksek tutulmasının etkisiyle mal ve hizmetlere olan talep azalacak, böylece enflasyon düşürülecekti. Bu politikalara eşlik eden kamuda tasarruf tedbirleriyle devletin ödemeler dengesi kurulacaktı.

Sözde enflasyonla mücadele adına asgari ücrete yalnızca kırıntı düzeyinde zam yapıldı, ara dönem zammı ise tamamen kaldırıldı. Sendikalı işyerlerinde de düşük zam dayatmaları sürdürüldü. Faizlerin yükseltilmesiyle emekçiler borç batağına itilirken, “kamuda tasarruf” ise sadece emekçilerin kazanılmış haklarını tırpanlamak için uygulandı.

Özetle, “enflasyonla mücadele” adı altında izlenen politikalar işçi sınıfı ve emekçiler için büyük bir yıkıma yol açtı. Asgari ücret açlık sınırının altına geriledi, yoksulluk ise tepe noktasına ulaştı. Tüm bunlar yaşanırken, iktidar kapitalistlerin azalan karlarını teşvikler ve vergi aflarıyla telafi etme yolunu tuttu.

Düşük ücret politikalarına dayalı bu program enflasyonu düşürmeyi başaramadığı gibi, krizin faturasını emekçilerin sırtına yüklemekten başka bir amaca da hizmet etmemektedir. Bu politikalar sayesinde kaynaklar sermaye sınıfına sınırsızca aktarılmaktadır.

Bu programı uygulayanlar ücret artışlarının enflasyonun temel nedeni olmadığını ve sonuçlarının ne olacağını gayet iyi bilmektedirler. Onlar açısından krizden çıkış programı, krizin faturasını emekçilere ödetme programıdır. Dolayısıyla son derece açık ve net bir sınıfsal tercih söz konusudur.

Bunca yalan eşliğinde milyonlarca işçi ve emekçiyi bu denli kolay sefalete sürükleyebilmelerinin tek nedeni ise örgütsüzlüğümüzdür.

Sermaye iktidarı hangi programı uygularsa uygulasın, tek amacı krizin yükünü emekçilerin omuzlarına yıkmaktır. Öyleyse, insanca yaşamak ve bu krizin faturasını gerçek sahiplerine ödetmek için ayağa kalkmaktan başka bir seçeneğimiz yok!