“Sefalette değil sefahatte eşitlik istiyoruz”

Her şeyin en iyisini, en güzelini biz hak ediyoruz. Çünkü biz emek harcıyoruz, tüm zenginlikleri biz üretiyoruz. Yoksulluk güzellemelerinizi dinlemek değil insanca yaşamak istiyoruz. Elbette bu düzen böyle sürüp gitmeyecek. Eninde sonunda emeğin kurtuluşu gerçekleşecek, ürettiğimiz tüm zenginlikler adilce bölüşülecek.

Yaşanan ekonomik krize, yoksulluğa tepkiler dile getirildiğinde, nedense ilk akla gelen telefonlar oluyor. Bu söylemi meşhur eden belki de, başbakan iken Ahmet Davutoğlu’nun kendisinden taşeron sistemine çözüm bulmasını isteyen bir işçi için “Taşeron ama telefonu var” demesiydi. Bu söylem iktidardaki AKP zihniyetinin eleştirileri yok sayma, manipüle etme yöntemi olarak oldukça yaygın. Yoksulluğun eleştirisini yapanlara “Çıkar telefonunu!” gibi söylemler artık tüm iktidar yanlılarının ezberi olarak karşımıza çıkıyor.

Öncelikle şu gerçekliği belirtmekte fayda var:

Kapitalizm, üretimde sömürdüğü işçi ve emekçilerin eline geçen üç-beş kuruşu tüketimle geri alıyor. Sürekli zihnimize açıktan ya da gizliden gönderilen reklamlarla tüketim çılgınlığı körükleniyor. Fakirin, orta hallinin ve zenginin alacağı fiyatlarda her türden ürün piyasada alıcı bekliyor. Tüketim çılgınlığı özel olarak destekleniyor ki sistemin çarkları sorunsuzca dönebilsin. Telefonlar için de bu böyle. Kapitalist tüketim kültürü ihtiyacı bir öncelik olarak almıyor. Reklam ve pazarlama sektörünün ne denli başarılı olduğu da böyle ortaya çıkıyor. Emekçilere ihtiyacı olmayanı da aldırmayı başarıyor. Ancak kapitalizme karşı bir bilinç geliştirenler kendini bundan bir nebze koruyabiliyor.

Şimdi gelelim reklam endüstrisinin sözünü dinleyip, pahalı telefon alarak “suç” işleyen yoksullara! Birkaç soruyla konuyu ele alalım.

İşçi ve emekçilerin pahalı bir telefon kullanmaları neden bu kadar dikkat çekiyor? Neden hayatını devam ettirebilmek için her şeyi taksitlere bağlanmış emekçilerin, “en pahalı”sından olsa da yine taksitle alınmış telefonu sizi rahatsız ediyor? Zengin asalak takımı bir işçinin aylık maaşı kadarını bir yemekte harcarken sorun yok. O marka telefonların fiyatı onların gelirlerinin tırnağı kadarken yine sorun yok. İşçinin telefonunu kınayanların birden fazla evi, arabası, banka hesapları varken, bir emekçinin sahip olduğu telefonun markası mı göze batıyor?

“İşçisin sen işçi kal!” Senin neyine pahalı telefon mu denilmek isteniyor? Öyle ya ücretleri çay-simitle ölçülenler, neden o pahalı telefonlara özeniyorlar ki? Yoksa unutuyorlar mı yoksullukla terbiye edilmeleri gerektiklerini! Neden her fırsatta aza tamah etmemiz gerektiği söyleniyor? Neden her fırsatta emekçilere sınırları hatırlatılıyor? Biliyoruz ki mesele bir telefondan ötesidir. Yoksul evlerinin lütfedilip oturulan yer sofralarını seçim yatırımı görenler, “Gönül eviniz zengin olsun yeter” demiyorlar mı? Demediler mi “Evinde buzdolabı, televizyon varsa yoksul değildir” diye.

Bizlere yoksul bir yaşamı reva görenlere, bir vesileyle Nazım Hikmet’in vurguladığı şu gerçeği hatırlatarak bitirelim: “Bizler sefalette değil sefahatte eşitlik istiyoruz!”

Her şeyin en iyisini, en güzelini biz hak ediyoruz. Çünkü biz emek harcıyoruz, tüm zenginlikleri biz üretiyoruz. Yoksulluk güzellemelerinizi dinlemek değil insanca yaşamak istiyoruz. Elbette bu düzen böyle sürüp gitmeyecek. Eninde sonunda emeğin kurtuluşu gerçekleşecek, ürettiğimiz tüm zenginlikler adilce bölüşülecek.