Yıkılması gereken kapitalist sistemin kendisidir. Yerine kurulacak olan işçi-emekçi iktidarı altında, yani sosyalist bir düzende, sadece işçi sınıfı ve emekçilerin bu kölelik düzeninden kurtuluşu değil, aynı zamanda doğanın ve tüm canlı yaşamının kurtuluşu da gerçekleşecektir. Sadece insanca yaşamak için değil hayatta kalabilmek için de sosyalizm!
Yaşanan deprem vesilesiyle bir kez daha gördük ki, deprem değil kapitalizm öldürüyor. Sen deprem bölgesinde yaşayacaksın, bilim insanları, meslek örgütleri bas bas bağıracak depreme karşı önlem alalım diye, ama hiçbir adım atmayacaksın. Bilimle ve mantıkla bağdaşmayan bu tutum ancak insanlık dışı bir düzende olabilir. Kâr ve rant odaklı, hiçbir kural tanımayan, insan yaşamını dikkate almayan yapılaşma, özel mülkiyete ve emek sömürüsüne dayalı kapitalizmin işleyişinin bir sonucudur.
Kapitalistler insan yaşamına zerre değer vermezler. Önlem aldıkları yerde ya kârları riske girmiştir ya da kitlelerin basıncıyla mecbur kalmışlardır. Elbette bir doğa olayı olan depremler engellenemez ancak yıkıcı etkilerine karşı önlemler alınabilir. Ancak kapitalistler önlemler almak bir yana, depremlerin daha da yıkıcı etkiler yaratmasına neden olmaktadır.
Bunu sadece yıkılan binalardan görmüyoruz. Enkaz altında kalan yüzbinleri kurtarmak için kıllarını kıpırdatmamalarından, milyonları açlığa, soğuğa mahkûm etmelerinden görüyoruz. İnsanlar daha enkaz altında iken kapitalistlerin üretime başlama hesapları yapmalarından görüyoruz.Peki, bir işçi iktidarı koşullarında deprem olsaydı, ne olurdu?
Öncelikle şunu söylemek gerekir. Bilim insanlarının ve meslek odalarının raporları dikkate alınarak fay hatlarından uzak alanlarda ve bilimin ışığında bir yapılaşma sağlanırdı. Maliyeti ne olursa olsun, deprem dirençli kentler oluşturulurdu. Binalar, özellikle de hastaneler, okullar kolay kolay yıkılmazdı.
Sadece toplanma alanları oluşturmakla yetinilmez, deprem riski olan her yerleşim yerlerinde gerekli altyapı oluşturulur, deprem anında ve sonrasında ihtiyaç olacak her şey hazır bulundurulurdu.
Alınan tüm önlemlere rağmen eğer bir yıkım yaşanmışsa, ilk andan itibaren bütün güç ve olanaklar seferber edilirdi. Mesela bütün inşaatlar durdurulur, iş makineleri deprem bölgesine gönderilirdi. Bu işin eğitimini almış işçilerinin tamamı arama-kurtarma çalışmalarına katılırdı. Enkaz başlarında depremzedeler kendi imkanlarıyla baş başa kalmaz, ülkenin tüm olanakları onların hizmetine sunulurdu.
Fabrikalar anında çadır, battaniye, giyim, ayakkabı, konteyner, konserve üretimine başlardı. İhtiyaç neyse anında planlanır ve üretilirdi. İşçilerin iktidarında üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet kalkacağı için bunları yapmak hiçbir güçlük taşımazdı. Bütün bir halkın seferberliği daha örgütlü bir biçime kavuşturuldu. Bütün konaklama imkanları, misafirhaneler, oteller, evler koşulsuz olarak halka açılırdı.
Daha çok sayıda önlem sayılabilir. Sadece şunun altını kalınca çizmekle yetinelim. İnsanın insanı sömürmediği, insana değer veren bir düzende yaşıyor olsaydık, her şey tümüyle farklı olurdu.
Bir avuç asalağın çıkarlarını esas alan bu düzenin en temel işleyiş yasası “kâr, daha çok kâr” olduğu için, emekçilere yaşanabilir konutlar değil adeta toplu mezarlar inşa edilmektedir. İşte tam da bu yüzden deprem değil, kapitalizm öldürmektedir.
Yıkılması gereken kapitalist sistemin kendisidir. Yerine kurulacak olan işçi-emekçi iktidarı altında, yani sosyalist bir düzende, sadece işçi sınıfı ve emekçilerin bu kölelik düzeninden kurtuluşu değil, aynı zamanda doğanın ve tüm canlı yaşamının kurtuluşu da gerçekleşecektir. Sadece insanca yaşamak için değil hayatta kalabilmek için de sosyalizm!