“Varlıklı sınıflar için bir sarsıntıdan ibaret olan bir şey, yoksullar için felaket getirir… Deprem, orta sınıfları ve burjuvaziyi sallarken, yoksulları ve işçi sınıfını çok ağır bir biçimde vurdu. Varsılların yaşadığı, bir anlığına büyük bir korku, arkasından geçici bir süre su ve elektrik sıkıntısıydı… İlerleyen haftalarda varsılların sevdiği mekanlar, barlar ve restoranlar yaşadıkları mahallelerde tekrar açıldı. Köpeklerinin bakımı için daha önceden almış oldukları randevularını bile iptal etmemişlerdi.”
1976’da Guatemala’da gerçekleşen depremin ardından İngiliz yazar Susanna Jones “Guatemala’da sınıfsal deprem” başlıklı yazısında şunları söylüyor:
“Varlıklı sınıflar için bir sarsıntıdan ibaret olan bir şey, yoksullar için felaket getirir… Deprem, orta sınıfları ve burjuvaziyi sallarken, yoksulları ve işçi sınıfını çok ağır bir biçimde vurdu. Varsılların yaşadığı, bir anlığına büyük bir korku, arkasından geçici bir süre su ve elektrik sıkıntısıydı… İlerleyen haftalarda varsılların sevdiği mekanlar, barlar ve restoranlar yaşadıkları mahallelerde tekrar açıldı. Köpeklerinin bakımı için daha önceden almış oldukları randevularını bile iptal etmemişlerdi.”
Yaklaşık 50 yıl önce başka bir coğrafyada gerçekleşen deprem üzerine yazılan bir yazıdan yapılan bu alıntı ne kadar da 2023 Türkiye’sini yansıtıyor. Evet, deprem tüm bölgeyi salladı. Etkisi tüm ülkede görüldü. Ama işçiler ile kapitalistler aynı şekilde etkilenmedi depremden.
Elbette depremlerde zenginler de ölebiliyor, lüks binalar da yıkılabiliyor. Deprem gerçekleştiğinde herkes sarsılıyor. Ancak depremin sonuçları itibariyle herkese eşit davranılmıyor.
Deprem olduğunda ilk önce devlet erkanının, yandaşların, sermaye sahiplerinin yardımına koşuldu. Adıyaman’da arama kurtarma çalışmalarının Vali ile AKP’li bir bakanın evinden başlaması rastlantı olabilir mi? Hem de çalışmaların yapıldığı binalardan hiç ses gelmediği halde ve de yandaki binaların enkazı altındaki insanların yardım çağrıları duyulurken…
Enkazdan çıkanları soğuk ve yokluk karşıladı. Zenginler otellere, ikinci evlerine, yazlıklarına gittiler, yurtdışına çıktılar. Bu imkanlara sahip olmayanlar ise depremin orta yerinde her türlü imkândan mahrum olarak kalmak zorundaydı. Karşılanmayan temel ihtiyaçlar gerçeği, işçi ve emekçileri neredeyse sağ kaldığına pişman hale getirdi. Onların gidebilecekleri bir yerleri yoktu. Dahası AFAD ekipleri enkaz altından insanları değil, para kasalarını çıkartmakla meşguldü.
Anlaşıldı ki, dertleri insanları enkazın altından çıkartmak değil, kendilerinin enkazın altında kalmamasını sağlamaktır. Sermaye adına ülkeyi yönetenler iktidarlarını korumak derdindedir.
Enkaz altında binlerce insan varken ve binlercesi çadırlarda yaşamak zorunda kalırken, alelacele fabrika binalarına sağlam raporu alıp işçileri fabrikalara çağırdı sermayedarlar.
Temel derdi çarkının dönmesi olan kapitalist ile evi yıkılmış, enkaz altında kalmış, çadırda hatta sokakta kalmış işçi aynı depremi yaşıyor olabilir mi sizce? Hatırlayanlar olacaktır, ‘99 depreminin ardından kurulan konteyner kentlerden zorla çıkartılanlar olmuştu. Bu insanlar deprem konutlarına yerleştirilmemişti. Çünkü mülk sahibi değil, kiracıydılar. Bu yüzden depremzede de değillerdi, mağdur da değillerdi. Bir konteyneri bile hak etmiyorlardı.
Bir tarafta başını sokacak bir yer arayışındaki insanlar, diğer tarafta kayıpları bir tarafa yazıp hemen zenginliğine zenginlik katma derdindekiler…
Bir yanda tuvalet bile bulamayan emekçiler, öte yanda hiçbir şey olmamış gibi lüks yaşamlarına devam edenler… Deprem yaşayan herkesi sallıyor ama zengin ile yoksulu, işçi ile kapitalisti farklı vuruyor.