TOMİS Genel Sekreteri Dilbirin Acar deprem bölgesinden gözlemlerini gazetemiz Emeğin Kurtuluşu için yazdı…
Öncelikle yakınlarını kaybeden tüm insanlarımıza başsağlığı diliyoruz. Bir doğa olayı olan depremin üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Henüz depremzede insanlarımızın yaralarını saramadık. Acımız ve öfkemiz tazeliğini koruyor. Göz göre göre gelen felaketlere göz yuman, aynı zamanda “itibarından tasarruf etmeyen” bir siyasi iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız.
Gördük!
“Not alınamayacak” kadar büyük bir felaket yaşattılar ki, üzerine kitaplar yazılacak, filmler çekilecek, ağıtlar yakılacak. Jet hızıyla imar affı çıkaranlar, yardıma koşan devrimci, ilerici, sosyalist kurumların, gönüllülerin önüne ise binbir türlü engel çıkardılar. Ona rağmen bölgeye ulaşan tüm gönüllülerin canhıraş çalıştığını bilmeyen, duymayan, görmeyen kalmadı. Bizler de, sendika üyelerimiz ve dostlarımızla birlikte Antakya kentine vardığımızda, yıkımın ve felaketin boyutlarına şahit olduk. 2013 yılındaki Haziran Direnişi’nin simge kentlerinden biri olan Antakya’da taş üstünde taş kalmamıştı. Enkazların olduğu bölgelerdeki iş makinelerinin gürültüsüne, köşe başlarında canlarını, anılarını, değerlerini kaybeden insanların feryatları katılıyordu.
(…)
Deprem herkesi aynı vurmuyor!
Bir kez daha gördük. Onların payına lüks villalar, özene-bezene yapılmış konutlar düşüyor. İşçinin ve emekçinin payına ise dişinden-tırnağından arttırdığı birikimiyle aldığı dairenin ömür boyu sürecek kredi borçları düşüyor. Depreme dayanıksız daireler de mezar binalara dönüşüyor. Binlerce insanımız yaşamını yitirdi. Hâlâ enkazların altında can vermiş insanlarımız var…
Hesap verecekler!
Canımızı, kanımızı, emeğimizi ve değerlerimizi yok sayanların, üç-beş müteahhiti yurtdışına kaçarken yakalamasını kimse marifet olarak sunmasın. Unutmadık ‘99 depremini. Sözde yargılanan müteahhitlerin nasıl da elini kolunu sallayarak sokaklarda gezdiğini, işlerine kaldıkları yerden devam ettiklerini biliyoruz. O gün affetmişlerdi müteahhitleri. Bugün gönüllüler deprem bölgelerine koşarken, müteahhitler yurtdışına kaçıyor. Ama biz affetmedik, affetmeyeceğiz. O yüzden diyoruz ki, on binlerce insanımızın katledilmesine sebep olan müteahhitlerin hanedanlığına izin verenler de sorumludur, hesap vermelidir.
Gördük! “Okulun duvarına yaslanmış tabut”
İnsanlar enkazların başında bekliyordu. Enkaz altında kalan yakınlarının beden bütünlüğünü korumak için iş makinesi operatörlerine, arama-kurtarma ekiplerine, sağlık emekçilerine yalvarıyorlardı. Öyle ki, Antakya’da onlarca binanın yıkılıp enkaza dönüştüğü bir mahalleye ulaştığımızda, bir okulun duvarına yaslanmış bir tabut gördük. Yakınlarını, anılarını, hayallerini kaybeden aileler öylece bakakalmış, çaresizce arama-kurtarma ekibindeki inşaat işçilerinden gelecek bir haberi bekliyordu. Enkazın altındaki yakınlarından umudu kesmişler, cenazenin teslimi konusunda savcılıkla görüşüyorlardı. Yakınları sağ kurtulamasa da, bedenlerine ulaşmak tek gayeleriydi. Birkaç kemik için yıllarca darp edilen, gözaltına alınan, ama o kemikleri bulmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyen Cumartesi Anneleri gibi…
“Sesimi duyan var mı?”
Tüm umutlar iki kelimelik bir soruya sıkışacak kadar değerliydi!
Antakya’nın park-bahçelerinde kurulan kamp çadırlarının içinde geceleri üç battaniye, kazak, mont ile bedenler üşüyordu.
Sıcak yemeği, ateşi, battaniyesi, kamp çadırı olan bir insanın titrediği gecelerde, enkazın altında soğuktan donarak yaşamını yitiren insanlar vardı. İlk 72 saatin ne kadar değerli olduğunu hepimiz biliyoruz. İlk günlerde Antakya’ya varan arkadaşlarımızın ve orada yaşayan insanların dile getirdiği gibi arama-kurtarma çalışmaları zamanında başlamış olsaydı, binlerce insan şimdi aramızda olacaktı…
Gördük!
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar çokturlar….
İnşaat işçileri, maden işçileri, sağlık emekçileri, aşçılar, belediye işçileri, liseli ve üniversiteli öğrenciler, hayvan hakları savunucuları ve daha nice emekçiden bahsediyoruz.Milyonlarca insanı doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen bir depremin ardından ülkenin ve dünyanın dört bir tarafından deprem bölgesine koşan gönüllüler ile bir nebze de olsa yaralar sarılmaya çalışıldı, acılar paylaşıldı.
Arama-kurtarma ekiplerindeki inşaat, maden işçileri, tonlarca ağırlıktaki molozların altında sıkışıp kalanlardan aldıkları bir nefese, bir sese, bir sıcaklığa doğru koşuyordu. Bir can kurtulacaksa yollar sessizliğe bürünür, arabaların kontağı kapatılırdı.
Hakarete uğrayan, küfür edilen Antakyalı emekçilere bir kez de biz sorduk AFAD’ı, devletin resmi kurumlarını. Arama-kurtarma ekibindeki işçilere, sağlık emekçilerine, aşçılara, belediye işçilerine, öğrencilere olan minnettarlıklarını, ilk andan itibaren yalnız bırakan iktidara ise öfkelerini dinledik.
Dünyanın dört bir yanından koşan gönüllüler vardı. Depremden sağ kurtulabilen insanların ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Bizler de, çalışmalarına katıldığımız HDP koordinasyon merkezine ulaşan tırlardaki gıda, elbise, bebek maması, hijyen malzemeleri kolilerini depremzede ailelere ulaştırdık. Kentin dört bir tarafında adeta karınca gibi çalışan gönüllülerin sınırlı imkanlarla kurduğu çadırlarda, barakalarda yaşamaya çalışan depremzedelerin çadır, konteyner isyanına kulak veren tek bir yetkili yoktu. Öyle ki, sermaye partileri miting düzenlerken yüzlerce mobil tuvalet kurar. Defne’de kaldığımız bölgedeki depremzedeler, toprağı kazıp çukur açarak tuvalet ihtiyaçlarını gideriyordu. Defne’de ulaşabildiğimiz mahallelerin neredeyse tamamında mobil tuvalet ya da temizlik için kullanılacak su bulmak çok zordu.
(…)
Sıra asrın hesaplaşmasını soracak nasırlı ellerin birliğinde!
Bizler beş gün Antakya ve Defne’de kaldık. Gidemediğimiz diğer kentlerde yaşananların Antakya’dan farklı olmadığını biliyoruz. Aynı ihmalkarlıklar, aynı felaketler, aynı acılar, aynı dayanışmalar ve elbette aynı umutların yeşerdiğini de…
Depremin yıkıcı sonuçlarına rağmen kentinden ayrılamayan insanların geleceğe dair umutları var. Enkazın altında yakınları, arkadaşları, komşuları olanlar, devrimci-ilerici kurumlar, emekçiler kentin tarihsel-kültürel-politik mirasına sahip çıkıyor.
İnşaat sermayesinin cebini dolduranlara izin vermeyeceğiz. Çünkü her yıkılan binayı, havalimanını, hastaneyi yeni bir rant alanı olarak görüyorlar.
Deprem bölgesinde yaşayan kardeşlerimizle dayanışmamızı büyüteceğiz. Depremleri durduramayabiliriz, ancak bilimin ve tekniğin geldiği aşamada, depremin yıkıcı etkilerini en aza indirebilecek önlemlerin zor olmadığını biliyoruz.
Yapılacak olan açık ve nettir. Yeni kentler, bilim ve tekniğin ışığında toplumun ihtiyaçları gözetilerek inşa edilecek. Yeni yaşamlarımızı kurmak için tüm işçi ve emekçilerin birliğine, mücadelesine ve örgütlülüğüne ihtiyacımız var.