Bir ulusun bir başka ulusa düşmanlığı, her zaman her iki ulusun ezilenlerine büyük acılar yaşatmıştır. Türk ve Kürt işçileri cehennemi yaşamaktan kurtulmak istiyorlarsa, güçlerini birleştirmek ve egemenlerin hesaplarını boşa çıkarmak zorundadırlar.
5 Mart 2023 Pazar günü Bursaspor-Amedspor maçı oynanacaktı. Amedspor kafilesi Bursa’ya varır varmaz taciz edilmeye başlandı. Kafile gece sabaha kadar örgütlü bir kışkırtıcılığın ölüm tehditlerine maruz kaldı. Sporcular sabaha kadar uyutulmadılar.
Irkçı söylemlerle zehirlenmiş örgütlü kışkırtıcılık, linç girişimlerini maç boyunca da sürdürdü. Sahanın içine bıçak, kurşun, taş, sopa, kısacası öldürücü ve yaralayıcı her türlü suç aleti atıldı. Ama önlem alacak görevliler yoktu. Çünkü slogan atanlar, ne hak talep eden işçiler ne özgürlük isteyen kadınlar ne de “hükümet istifa” diyen FB ve BJK taraftarlarıydı.
Bu sahneleri, 1990’lı yılların karanlık, kirli ve kanlı döneminin iki simgesi tamamlamıştı: “Beyaz Toros” ve “Yeşil” olarak bilinen Mahmut Yıldırım… Normalde iptal edilmesi gereken maç, Amedspor için düşünülebilecek en ağır koşullar altında tamamlandı.
“Beyaz Toros ve “Yeşil”!
Ayten Öztürk, 1992 yılında eğitimini yeni tamamlamış gencecik bir kadındır. “Politikayla uğraşmak insanın yaşamını zora sokuyor” diye düşündüğü için, ablasının aksine politikaya çok mesafelidir. Bu genç kadın 27 Temmuz 1992’de “Yeşil” kod adlı JİTEM elemanı Mahmut Yıldırım ve ekibi tarafından “Beyaz Toros”la kaçırılır ve işkence edilir. İşkencecilerin sorduğu soruların cevabını bilmedikçe, işkencenin dozu da artar. 8 Ağustos 1992’de Elâzığ’da parçalara bölünmüş cesedi bulunur. Tıpkı aynı akıbeti öncesinde ve sonrasında yaşayan onlarca başka kadın ve erkek gibi…
Bursa; aklın, vicdanın, kardeşliğin egemen olması gereken bir proleter kentidir. Nazım’ın Bursa’sını, Zeki Müren’in “Yeşil Cennet”ini, “Beyaz Toros” ve “Yeşil” gibi kirli ve kanlı sembollerle özdeşleştirmek, her Bursalı işçi ve emekçiyi incitmelidir. Bursa bu lekeyi temizlemek zorundadır. Bu fırsatı onlara Ayten Öztürk’ün babası Hıdır Öztürk açılan pankartlarla ilgili yaptığı suç duyurusuyla vermiş bulunmaktadır.
Ama daha önemlisi şudur: Türkiye yıllardır onbinlerce yurttaşın canına mâl olan, ekonomik faturası şu ana kadar bir trilyon doları aşan bir kirli savaşa sahne olmaktadır. Bu kirli savaşın tek kazananı bir avuç sömürücü asalak, kaybedeni ise Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Ermenisi ve Arabı ile işçi ve emekçiler olmuştur.
Varlığı yıllarca inkâr edilen, binbir türlü baskı ve katliama tabi tutulan Kürt halkının karşısına bu tür sembollerle çıkmak, sadece onların yaralarını daha da kanatır. On yıllardır maruz kaldıkları inkâr ve baskı politikalarının ürünü olan güvensizliği daha da derinleştirir.
Halkları birbirine düşman kılacak, aradaki güvensizlik duvarını kalınlaştırılacak böyle bir olaya onay verilebilir mi? Ne yazık ki birçok işçi ve emekçi şu veya bu şekilde bu olayı onayladı ya da mazur gördü. Üstelik bunu vatanseverlik, bayrak ya da Türklük adına yaptı.
Birçoğuna sorsanız Kürtlerle dertleri yoktur. Onların tek derdi “bölücüler”dir. Oysa Bursa’da gerçekleşen saldırı, kelimenin gerçek anlamıyla bölücülüktür. Bursa’nın işçi ve emekçileri, halkların kardeşliğini savunarak bu bölücü provokasyonun karşısına çıkmalı, alnına sürülmeye çalışılan bu kanlı lekeyi temizlemelidir.
Stadyumlar faşizme mezar olmalı, kardeşliğe değil!
Saray diktatörü yanına aldığı faşist şefle birlikte tüm ülkede yaşamı cehenneme çevirdi. Ekonomi, eğitim, sağlık enkazlarına şimdi de deprem yıkımı ekledi. Saray ve sermaye sınıfı bu yıkımın ve krizin tüm yükünü emekçilerin sırtına yıkmak istiyor. Bunu başarmalarının tek yolunun işçi ve emekçileri diline, ırkına, inancına, rengine ve cinsine göre ayırarak bölmek olduğunu iyi biliyorlar. Bursa Timsah Arena’da yaşanan bu amaçla hazırlanmış bir provokasyondur. Bu provokasyona alet edilmeye çalışılanlar ise, her zaman olduğu gibi yoksul emekçilerin düşkünleştirilmiş çocuklarıdır.
Seçimler yaklaştıkça bu tür provokasyonlar artacaktır. Toplumu kutuplaştırmak ve ona korku salmak için yeni Madımaklar, Başbağlar, Taksimler tezgâhlanmaya çalışılacaktır.
Bunun karşısında yapmamız gereken, özgür, eşit ve gönüllü bir şekilde bir arada yaşamanın yollarını aramaktır. Bu yol, her ulus, inanç ve mezhepten işçi sınıfının bu sömürü ve baskı düzenine karşı ortak mücadelesinden geçmektedir. Zira insanın insan tarafından sömürülmesinin ortadan kaldırılmasıyla, halkların birlikte ve özgür yaşamasının koşulları oluşturulabilir. Bu uğurda verilecek mücadeleler içinde işçilerin birliği halkların kardeşliği tesis edilebilir.
Bir ulusun bir başka ulusa düşmanlığı, her zaman her iki ulusun ezilenlerine büyük acılar yaşatmıştır. Türk ve Kürt işçileri cehennemi yaşamaktan kurtulmak istiyorlarsa, güçlerini birleştirmek ve egemenlerin hesaplarını boşa çıkarmak zorundadırlar.