AKP emperyalist güçlerin tam desteği ile iktidara gelmiş ve yirmi yıl boyunca bu güçlere hizmet etmiş bir partidir. Göstermelik efelenmeleri, bazen kendi özel çıkarlarını emperyalist güçlere dayatabileceğini düşünmesi bu gerçeği değiştirmez. Türkiye de emperyalist-kapitalist sisteme iktisadi ve siyasi olarak göbekten bağımlı bir ülkedir. Bu çarkın dışına çıkılmadığı sürece, değil milli bir ekonomi inşa etmek, bağımsız bir dış politika bile ortaya koymak mümkün değildir.
14 Mayıs seçimleri yaklaştıkça burjuva siyaset arenası kızışıyor. AKP yirmi yıllık iktidarı boyunca kaybetme korkusunu hiç bu kadar derinden yaşamamıştı.
Ancak bu korkuyu hissetmesi AKP şefinin kaybetmeyi kolayından kabulleneceği anlamına gelmiyor. Tam tersine kaybetmemek için her yolu denemeye hazır görünüyor.
Bir yandan en ince matematik hesapları ile girdiği ittifak arayışları, diğer yandan ise bugüne kadar hep en etkin şekilde kullandığı havuç-sopa taktikleri sergileniyor. Emekli maaşlarına yapılan düzenleme, yeni kadro alımları, deprem bölgesine inşa edilecek konutlar üzerinden yapılan şovlar birbirini izliyor. Yandaş basının diliyle konuşacak olursak, “Yaparsa AKP yapar” algısı diriltilmeye çalışılıyor. İşin sopa kısmında ise bir kez daha Kürt sorunu başta olmak üzere terör edebiyatı üzerinden atılan hamaset nutukları var.
Dozajı sürekli olarak artsa da bunlar AKP’nin bugüne kadar her seçim döneminde kullanageldiği klasik yöntemler. Ama görünen o ki yetmiyor. Yetmediği için de yeni masallar anlatma, yeni efsaneler çıkarma derdine düşüyorlar.
AKP aklayıcılarının televizyon ekranlarında anlattıklarına bakılırsa, yirmi yılda bir “milli ekonomi” inşa edilmiş. Eğer bu seçim kaybedilirse kazanan emperyalist küresel güçler olacakmış! Bu “milli ekonomi”nin temel dayanakları ise belli. Her seçimde yeniden keşfedilen ama bir türlü çıkarılamayan Karadeniz’deki doğalgaz rezervleri, bor madeni efsanesi, “yerli otomobil” TOGG ve “yerli savaş uçağı” projesi…
Bir tarım ve hayvancılık ülkesinde buğdayı, mercimeği, eti bile ithal eden konuma düşenlerin yeraltı zenginliklerini nasıl işleyip değerlendirebileceğinin ise cevabı yok elbette bu anlatılarda. Ya da en kritik parçalarını ithal ettiği, motor lisansı başka ülkelere ait olan araçların kimin izni ile hangi pazarlarda satılabileceğinin de… Ya da F-35’ten bile ileri teknoloji bir savaş uçağı yapma aşamasına geldiklerini iddia ederlerken, neden hala ABD Kongresi’nin kapısında F-16 satın almak için dilenip durduklarının da…
Bunlar elbette yapılamayacak şeyler değil. Ancak bu söylenenleri gerçekten yapmak istiyorsanız; ya hammaddesinden pazarına kadar emperyalist-kapitalist dünyanın bir parçası olarak onunla uyum içinde, onun başını tutanların onayı ile yapabilirsiniz. Ya da o emperyalist-kapitalist dünyaya meydan okuyarak, onunla çarpışmayı göze alarak…
Kameralar karşısında “Eyyyy Amerika, Eyyy İsrail” nutukları atarken, Amerikalı iş adamlarına “Bizim ülkemizde işçilik sudan ucuz, gelin yatırım yapın!” çağrısı yapıyorlar. Döviz yükseldiğinde bile, işçilik ucuzlayacak, yabancı sermaye gelecek diye el ovuşturuyorlar. Efendilerinin sofrasında kendilerine yer bulabilmek için Afganistan’da, Suriye’de kurşun askerliğe soyunuyorlar.
Bütün bunları yapanlar emperyalist-kapitalist dünyaya meydan okuyabilirler mi?
AKP emperyalist güçlerin tam desteği ile iktidara gelmiş ve yirmi yıl boyunca bu güçlere hizmet etmiş bir partidir. Göstermelik efelenmeleri, bazen kendi özel çıkarlarını emperyalist güçlere dayatabileceğini düşünmesi bu gerçeği değiştirmez. Türkiye de emperyalist-kapitalist sisteme iktisadi ve siyasi olarak göbekten bağımlı bir ülkedir. Bu çarkın dışına çıkılmadığı sürece, değil milli bir ekonomi inşa etmek, bağımsız bir dış politika bile ortaya koymak mümkün değildir.