Bugün hâlen Zonguldak’tan Soma’ya, Ermenek’ten Amasra’ya iş cinayetlerinde ölmeye, sermaye ve onun hizmetinde olan devlet ise bildiğini yapmaya devam ediyor. Bunu değiştirecek olan ise işçilerin örgütlü mücadelesidir. Bu ölüm ve sömürü düzeni sürdükçe yaşam hakkımız bile hep tehdit altında olacaktır.
Geçmişten bugüne bu ülkede çok sayıda işçi katliamı yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Ancak madenlerde yaşanan kitlesel işçi ölümleri bunların en acı olanları. İş “kazaları”nda Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada olan Türkiye’nin bu kara siciline 2014 yılında büyük bir katliam daha eklendi. “Cumhuriyet tarihinin en büyük madencilik faciası” olarak anılan,13 Mayıs 2014 yılında gerçekleşen Soma Katliamı’nda 301 işçi yaşamını yitirdi.
Bu katliam öyle bir katliamdı ki, Soma’daki morglar yetersiz kaldı, çevre ilçelerdeki soğuk hava depoları ve mezbahalar morga dönüştürüldü. Öyle bir katliamdı ki, her yönüyle kapitalist düzen ve devlet gerçeğini ortaya serdi.
İki sınıf, iki ayrı tutum!
Tarifsiz acılar yaşandı, işçi ve emekçilerin haklı öfkesi çeşitli kentlerde eyleme döndü. Ama öte tarafta sermaye sınıfı ve onun hizmetindeki siyasetçiler de kendi sınıfsal konumlarına göre davrandılar. Katliamın ardından madenci yakınlarının tepkisine zorbalıkla yanıt verildi. Erdoğan’ın Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf Yerkel, maden işçisi Erdal Kocabıyık’a tekmeyle saldırdı. Gerisi bilinen düzen ve devlet gerçeği… Tekmeyi atan tam bir küstahlıkla “ayağım incindi” diyerek rapor aldı ve terfi olarak Frankfurt Başkonsolosluğu’na ticari ataşe olarak atandı. Tekmelenen Erdal Kocabıyık’a ise başbakanlık koruma aracına hasar verdiği gerekçesiyle 631 lira para cezası ödetildi.
Dava süreci ne oldu?
Göstermelik duruşmalar, kısmi cezalar derken bir yolu bulunarak tutuklu sanık bırakılmadı. Ama ne oldu? Soma ailelerinin gönüllü avukatları, ‘gerekli’ bahaneler üretilerek tutuklandı. Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı “terör örgütü kurma ve yönetme”, “terör örgütü üyeliği” suçlamalarıyla açılan davadan tutuklu yargılanıyor. Avukat Can Atalay ise Gezi Davası gerekçesiyle tutuklu. Katliama tepki eylemlerine katılanlardan da ceza alanlar oldu. Yani sermaye devleti ‘gereğini’ yaptı.
İş “fıtrat”a, “kader”e döndürüldüğünde, zaten işçi sağlığı ve güvenliği önlemi almanın ve denetlemenin bir faydası olmayacağı açıktır. Nitekim Soma Katliamı’nın ardından Afşin Elbistan Linyit İşletmeleri’nde, Şırnak’ta, Ankara’da, Ermenek’te, İstanbul Sultangazi’de, Bartın Amasra’da, Siirt’te, Cizre’de madenlerde onlarca işçi iş cinayetlerinde katledildi. Ölüm sayısı az olanlar burjuva medya tarafından haber değerinde dahi görülmedi.
Cezasızlıkla birleşen pervasızlık sürdü. Kitlesel işçi ölümleri devam etti. Soma Katliamı’nın ardından daha birçok madende patlamalar oldu, iş cinayetleri gerçekleşti. Düzen siyasetinin efendileri tüm bunları kader-fıtrat diyerek geçiştirdi. Yargı akladı. Göstermelik cezaların ötesine geçilmedi.
Bugün hâlen Zonguldak’tan Soma’ya, Ermenek’ten Amasra’ya iş cinayetlerinde ölmeye, sermaye ve onun hizmetinde olan devlet ise bildiğini yapmaya devam ediyor. Bunu değiştirecek olan ise işçilerin örgütlü mücadelesidir. Bu ölüm ve sömürü düzeni sürdükçe yaşam hakkımız bile hep tehdit altında olacaktır.