“Seçimden sonrası tufan mantığıyla yürütülen çizginin sonuna gelindi ve şimdi gerçekten tufan yaşanacak.”
“Mega projeler” ile kendisine bağlı müteahhit çetesine milyarlarca doları akıtan AKP şefi Erdoğan, sonunda Türkiye’yi meşhur deyimle “70 sente muhtaç” hale getirdi.
Ekonomide her şey “seçimlere kadar bir kriz çıkmasın da sonrası ne olursa olsun” mantığıyla yürütülüyordu. En korkulan şey döviz kurlarının fırlaması olduğu için Erdoğan rejimi, her türlü araca ve her türlü dalavereye başvurarak kurları frenlemeye çalıştı.
Erdoğan CNN Türk-Kanal D ortak yayınında, Körfez ülkelerinden son anda Merkez Bankası’na mevduat olarak getirilen dövizle son günleri kurtardıklarını itiraf etti. Ve “Ben o liderlere şükran borcumu ifade etmek için süratle nasıl gideceğim, bunları da göreceğiz” diyerek, seçimleri atlatınca koşa koşa Körfez şeyhlerini ziyaret edeceğini ilan etti.
Bunlar Erdoğan rejiminin ekonomiyi nasıl bir enkaz haline getirdiğinin itirafı. Artık mevcut ekonomi politikalarının sürdürülebilir durumu kalmadı. Seçimden sonrası tufan mantığıyla yürütülen çizginin sonuna gelindi ve şimdi gerçekten tufan yaşanacak.
Ekonomi, ekonomistlerin en çok korktuğu “ikiz açık” batağına saplanmış durumda. İkiz açıklardan birisi bütçe açığı, diğeri cari açık.
Bütçe açığı son bir yıl içinde jet hızıyla arttı. Erdoğan yönetimi, 2023’ün tamamı için öngörülen bütçe açığını 4 ayda tüketti. Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 7 gibi tehlikeli bir düzeye ulaştı.
Şimdi seçimi kazanan Erdoğan yönetimi sıfırı tüketmiş bir maliye ile baş başa. Muhtemel olarak kısa süre içinde yeni bütçe çıkartılması gerekecek. Yeni bütçe demek, başta elektrik, doğalgaz ve akaryakıt olmak üzere pek çok şeye yüklü zamlar yapılması demek. Yeni bütçe demek yeni vergiler ve vergi artışları demek. Yani batan ekonominin yükü bir kez daha ücretlilerin üstüne yıkılmaya çalışılacak.
İkiz açığın ikincisi olan cari açık daha kritik bir sorun. Erdoğan yönetiminin “Türkiye ekonomi modeli” diye yutturmaya çalıştığı model, sözde Türkiye’nin cari açığını kapatacak ve döviz rezervlerini artıracaktı. Tam tersine, cari açık adeta patlama yaptı ve bir yıl öncesine göre neredeyse dörde katlanarak 55 milyar dolara tırmandı. Öte yanda önümüzdeki bir yıl içinde ödenmesi gereken dış borç miktarı da 200 milyar dolara ulaştı.
Yani ekonominin çarklarının dönmesi için bir yıl içinde 250 milyar dolar kaynak bulmak gerekiyor. Buna karşın Merkez Bankası’nın kasası tam takır. Merkez Bankası’nın net rezervi 2001 krizinden bu yana ilk kez eksiye düştü. Merkez Bankası’nın borç olarak topladığı emanet dövizleri de hesaba katarsak, gerçek rezerv eksi 60 milyar doları geçiyor.
Yani ekonomi şu anda Körfez ülkelerinden son anda gelen para sayesinde suni teneffüsle hayatta tutuluyor.
Faizleri düşük tutma lafı zaten şimdiden yalan olmuş durumda. Şu anda görünürde Merkez Bankası’nın faizi yüzde 8,5 ama piyasada faizler bunun kat kat üstünde. İhtiyaç kredisi faizleri yüzde 60’ı buldu, mevduat faizleri de yüzde 50’lerde dolaşıyor. Sözde Merkez Bankası son yılların en düşük faizini uyguluyor ama gerçek hayattaki faizler son yılların en yükseği.
Görüldüğü kadarıyla Erdoğan yönetimi cari açığı frenleyen, dışarıdan sıcak para gelmesini teşvik eden düzenlemeler yapmak zorunda.
Sıcak parayı çekmenin yolları biliniyor. Kurları yükseltmek ve gelecek yabancılar için Türkiye’yi ucuzlatmak. Yapabilecekleri ikinci şey de faizleri yükselterek sıcak paracılara daha yüksek kar garantisi vermek olacak.
Kurların yükselmesini iğneden ipliğe her şeye yeni bir zam dalgası izleyecek. Faizlerin yükselmesi, cari açığın kısılmasına paralel olarak işten çıkarmalar başlayacak ve işsizlik tırmanacak.
Sonuç olarak Erdoğan rejiminin yarattığı ekonomik enkaz, toplumun, emekçi kitlelerin sırtına tıpkı deprem enkazı gibi yıkılacak.
Sermaye sınıfının sömürüyü katmerlendirerek yoksulluğu daha da derinleştirecek olan bu yeni saldırısı karşısında, işçi sınıfının kendi birliği, örgütlülüğü ve mücadelesinden başka silahı yok.