“İşçi sınıfı olarak hangi dil, din, ırk, mezhepten olursa olsun işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini savunmalıyız. Yalnızca insanlık onuru değil sınıf çıkarlarımız da bunu gerektirir. Zira işçi sınıfı enternasyonal bir sınıftır. Ve ancak işçilerin ortak uluslararası mücadelesi bu barbar sistemden insanlığı kurtarabilir.”
Kazanmak için her türlü yolun mübah görüldüğü seçim döneminde öne çıkarılan konulardan biri de mülteciler oldu. Hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı seçim kampanyaları boyunca bu sorunu arsızca istismar etti. Sinan Oğan, Ümit Özdağ gibileri ise bu sorun üzerinden kendilerine siyasal bir varoluş alanı yaratmaya çalıştılar. Üstelik bunda az çok başarı da sağladılar.
Sermaye partilerinin toplumun bilinci köreltmek ve temel sorunlardan uzaklaştırmak için gündeme getirdiği birçok suni gündemin aksine ülkedeki mülteci sorunu gerçek bir sorundur. Halen bu coğrafyada çoğunu savaşın yol açtığı yıkımdan kaçan Suriyelilerin oluşturduğu milyonlarca mülteci bulunmaktadır. Burjuva politikacıların köpürttüğü ve çoğu işçinin inandığının aksine bunların önemli bir kısmı insanlık dışı koşullarda yaşamaktadır. Ve her türlü sosyal güvenceden mahrum bir halde kölelik koşullarında çalıştırılmaktadır. Ne yazık ki işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam koşulları bozuldukça, sanki yaşanan sorunların temel kaynağı mültecilermiş gibi bir hava toplumun önemli bir kesimini etkisi altına almıştır. Sınıf içinde mülteci düşmanlığı körüklenmekte, öfke ve tepki onlara yönetilmektedir. Böylece sorunların asıl kaynağının üstü örtülmektedir.
Mülteciler neden bu ülkedeler ve hangi koşullarda yaşıyorlar?
Öncelikle şu unutulmamalıdır. İnsanlar genç, yaşlı, çoluk çocuk demeden kendi yurtlarını terk ediyor ve göç yollarına dökülüyorlarsa, bunun sebebi mevcut emperyalist-kapitalist sistemin yol açtığı yıkım ve savaşlardır. Bugün Türkiye’de bulunan mültecilerin çoğu Suriye ve Afganistan gibi ülkelerden ya da Afrika kıtasından gelen insanlardan oluşmaktadır. Bu insanlar Türk sermaye iktidarının da pay kapmaya çalıştığı emperyalist devletler arasındaki nüfuz ve çıkar çatışmalarının kurbanlarıdırlar.
Yıllarca emperyalistlerin körüklediği kirli savaşlar, beslenen gerici çetelerle derinleştirildi. Sayısı dahi hesaplanamayan binlerce mülteci göç yollarında canından oldu. AB emperyalizmi kendi çıkar hesaplarıyla belirlediği sayıda ve nitelikte göçmeni kabul ederken, Türkiye bir tür tampon bölgeye dönüştürüldü. AKP iktidarı ülkede bulunan mültecileri Avrupa’ya karşı bir şantaj-pazarlık malzemesi olarak kullanırken, ülke kapitalistleri bu insanlardan ucuz işgücü olarak faydalandı, halen de faydalanıyor. AKP ve sermaye sözcüleri mültecileri kastederek “Bunlar giderse ekonomi çöker” bile diyebiliyor. Durum bu iken mültecilerin iyi koşullarda yaşadığını iddia etmek mümkün değildir. Elbette elinde belli bir sermayesi olan zengin mülteciler de bulunmaktadır. Ama bunlar azınlıktır ve egemenler tarafından baş tacı edilmektedir. Herkes emin olmalıdır ki, “Hepsini ülkelerine göndereceğiz” diyenlerin bunlarla bir sorunu yoktur. Bunlara para ile vatandaşlık satılmakta, ülkeye aktardıkları kirli para yatırım diye aklanmaktadır.
Sorunun çözümü!
Sermayenin ve düzen partilerinin hem mültecilerden faydalanıp hem de onlara karşı toplumu düşmanlaştırmaya çalışmasında şaşılacak bir şey yoktur. Zira onların tek düşündüğü kendi sefil çıkarlarıdır. Yalnızca ülkemizde değil, pek demokratik batı Avrupa ülkelerinde de yaşanan sorunların gerçek kaynağını örtmek için mülteci-yabancı düşmanlığı yapılmaktadır. Şovenist-milliyetçi yaklaşımları körükleyerek halklar arasında düşmanlık yaratmak, her sermaye devletinin yeri geldiğinde başvurduğu ahlaksız bir politikadır.
Esas sorun, işçi sınıfı ve emekçilerin en azından bir kesiminin bu politikalara prim vermesi, sınıf içinde mülteci düşmanlığının her geçen gün biraz daha güçlenmesidir.
Herkes şunu açık ve net olarak bilmelidir: Mültecilerin yaşam koşulları olmadığı halde üstelik zorla ülkelerine gönderilmeleri insanlık suçudur. Hiçbir işçi kardeşimiz bu suça ortak olmamalı, bu suça teşebbüs edeceğini ilan edenleri desteklememelidir.
Ucuz işgücünün, işsizliğin temel sorumlusu da mülteciler değildir. Türkiye zaten ucuz işgücü cennetidir. Bu durumun değişmesinin yolu mülteci düşmanlığından değil, sermayeye karşı onların da dahil olacağı bir mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.
Bizler bu oyuna gelmemeliyiz. Sorunun kaynağı emperyalist-kapitalist sistemdir. Sermayenin kâr hırsıdır. Emperyalist devletlerin yeni nüfuz alanları uğruna yürüttüğü savaş politikalarıdır. Kendi çıkarlarını insanlığın üzerinde görmeleridir. İşçi sınıfı olarak hangi dil, din, ırk, mezhepten olursa olsun işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini savunmalıyız. Yalnızca insanlık onuru değil sınıf çıkarlarımız da bunu gerektirir. Zira işçi sınıfı enternasyonal bir sınıftır. Ve ancak işçilerin ortak uluslararası mücadelesi bu barbar sistemden insanlığı kurtarabilir.