“Yaşanan felaketle birlikte kapitalizmin kâr, rant ve soygun düzeni olduğu gerçeği bir kez daha büyük bir acı ve yıkıcı tecrübelerle açığa çıkmıştır. Geride kalan 150 günde yaşananlar toplumun değil sermayenin ve piyasanın esas alındığı gerçeğinin göstergesidir. Bu düzende işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam hakkı yok sayılmaktadır.”
6 Şubat tarihli Pazarcık-Elbistan merkezli depremlerin üzerinden 150 gün geçti. Kapitalist sömürü düzeninin kâr ve rant odaklı yapısının yol açtığı yıkımı hep birlikte yaşadık. O günden bugüne düzenin insan odaklı olmayan bakışı her alanda büyük sorunlar yarattı. Arama-kurtarma ve tahliye operasyonları, sağlık hizmetleri, barınma ve geçici yerleşim alanları, altyapının onarımı, gıda ve suyun ulaştırılması gibi birçok alanda binlerce canımıza mâl olan ihmallere tanık olduk. Afetin felakete dönüşmesinde hiç kuşkusuz bu ihmal ve hatalar zinciri büyük bir rol oynadı.
Büyük sorunlar eşliğinde devam eden hayata tutunma çabası ise halen güncelliğini koruyor. Çadır ve konteyner yaşamı, başka şehirlere göç etmek, felaketi yaşayan herkes için yeni sorunlar demektir. Deprem bölgelerinde kalanlar temiz su, hijyen, nitelikli beslenme ihtiyacı duyuyor, kontrolsüz yıkımlar yüzünden asbest gibi sorunlarla boğuşuyor. Binlerce lirayı bulan elektrik, su, doğal gaz ve internet faturaları kapitalist şirketler ve devlet tarafından talep ediliyor. Göç edenler ise ‘yardım’ görüntüsü altında sermayenin sömürüsünün hedefi haline gelirken, özellikle büyük şehirlerde fahiş kiralarla ayakta kalma mücadelesi veriyorlar.
Gerçek sorumluları cezalandırmak için ise geçen süre boyunca ciddi tek bir adım atılmış değil. Göstermelik olarak birkaç müteahhit tutuklamak kapitalist düzenin oluşturduğu ölüm çemberine çare olmuyor. On binlerce insanın ölümünün sorumluluğunu taşıyan bakanlık, belediye ve denetim firmalarının yetkililerinin adını bile anmıyorlar. Önceki seçimlerde oy uğruna yasallaştırdıkları birçok “imar affı”nın yaşanan felakette nasıl bir rol oynadığını unutturmak istiyorlar.
Beton firmaları, demir-çelik şirketleri, çimento fabrikaları ise yeni yapılacak binalar için fırsat kollayıp birbirleriyle yarışıyorlar.
Kâr için işleyen bu düzen ne suçluları görüyor ne depremzedelere el uzatıyor.
Yaşanan felaketle birlikte kapitalizmin kâr, rant ve soygun düzeni olduğu gerçeği bir kez daha büyük bir acı ve yıkıcı tecrübelerle açığa çıkmıştır. Geride kalan 150 günde yaşananlar toplumun değil sermayenin ve piyasanın esas alındığı gerçeğinin göstergesidir. Bu düzende işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam hakkı yok sayılmaktadır.
Bizler deprem bölgesindeki insanlarımızla dayanışmayı, taleplerini görünür kılarak sürdürmeliyiz. Deprem bölgelerinde sorunlar devam etmekte ve depremzedelerin haklı talepleri halen karşılanmıyor. Gerici rejimin vaatlerinin gerçeklikten uzak olduğu açıktır. Sermayeye aktarılan bütçelere, asalak patronlara tanınan imtiyazlara son verilmeli, milyonlarca depremzedenin haklı ve meşru talepleri karşılanmalıdır. Deprem bölgesinin yeni rant alanları olarak düşünülmesinin önüne geçilmeli, başta deprem bölgesi olmak üzere bilimsel gelişmeler ışığında depreme dayanıklı evler ve şehirler inşa edilmelidir.
Tüm bu talepler ve afetlere karşı gerçek bir hazırlık ise ancak kapitalist sistemle mücadele ederek gerçekleşebilir.