Çözüm birleşik mücadele!

Yapmamız gereken mücadeleye uzun soluklu bakmak, sendikalı sendikasız, asgari ücretli sözleşmeli ayrımlarını aşarak birleşik mücadeleyi örmek için çaba göstermektir. İşçi sınıfı devam eden MESS sürecini, asgari ücret dönemini ve onu takip edecek ocak ayı zam süreçlerini birlikte ele almalıdır. Bu dönemi krizin faturasını sırtımıza yıkmaya yeminli sermaye sınıfına karşı birleşik mücadeleye dönüştürmelidir.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu 2024 yılı asgari ücretini belirlemek için aralık ayı boyunca toplanacak. Böylece hepimizin izlemeye alışık olduğu kötü bir müsamere, senaryoya yapılacak birkaç küçük rötuşla yeniden sahnelenecek. Önce sanki ortada kıyasıya bir pazarlık varmış gibi bir hava yaratılacak. Sonra taraflar açıklamalar yapacaklar. Rakamlar ay boyunca ortada dolaşacak ve en son sözü sermaye sınıfı adına Erdoğan söyleyecek.

Aslında iktidar eylül başında yayınlanan Orta Vadeli Program’da yalnız asgari ücreti değil neredeyse tüm ücretleri hedeflenen enflasyona göre belirleyeceğini ilan etmişti. Ekonominin dümenine rica minnet getirilen Mehmet Şimşek ve ekibinin enflasyonu “alt etme planı” emekçilerin alım gücünün daha da düşürülmesine dayanıyor. Bu yüzden de iktidar sözcüleri ve yandaş medyanın satılık kalemleri asgari ücretin “beklenen enflasyon”a endeksleneceğini ve yılda bir kez belirleneceğini propaganda edip duruyorlar. Yani bir türlü düşüremedikleri enflasyonu düşürmüş varsayıp ona göre bir zam yapma hazırlığındalar. Ve bu zammı sonrasında güncelleme niyeti taşımıyorlar.

Sözde masaya işçiler adına oturacak olan Türk-İş ise genel geçer açıklamaların ötesinde bir rakam bile telaffuz etmiyor. Nasıl etsin ki? Bizzat kendi yaptırdığı araştırmaya göre kasım ayında açlık sınırı 14 bin 026 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 45 bin 687 TL’ye yükselmiş durumda. Yani geçtik insanca yaşam koşullarını, yoksulluk sınırını baz aldığımızda dahi talep edilmesi gereken asgari ücret 45 bin liranın üzerinde olmak zorunda. Siyasal iktidar yardakçısı Türk-İş bürokratlarının bunu aklından bile geçirmediği açık.

Milyonlarca işçinin yaşam koşullarını doğrudan belirleyen diğer tüm ücretlerin belirlenmesinde kıstas alınan asgari ücret süreci, tüm önemine rağmen işçi sınıfı açısından yıllardır özel bir mücadeleye konu olmamakta. Bu durumda en büyük pay hiç şüphe yok ki sendikaların üstüne çöreklenen bürokrat takımına aittir. Sendika bürokratları işçi sınıfı ve emekçilerin hiçbir söz hakkının bulunmadığı masaya sözde pazarlık yapmak adına oturmakta, etkisiz şerh koymalar, arada millet alışverişte görsün kıvamında şovlar dışında bir şey yapmamaktadırlar. Türk-İş Başkanı konu ile ilgili yaptığı son açıklamada bu sene bir işçi yerine 4 işçi komisyonda yer alacak diye müjdelemektedir. Sanki sorun masaya kimin oturacağı imiş gibi. Koca konfederasyonun başkanı ciddi ciddi “Biz anlatıyoruz anlamıyorlar bu sefer işçilerin kendisi anlatacak o zaman belki anlarlar” diyebilmektedir. Sanki sorun sermaye sınıfı ve hükümetin durumu anlamamasıymış gibi.

Türkiye’de asgari ücret belirleme süreci baştan aşağıya yanlıştır. Normal koşullarda ülkenin en büyük toplu sözleşmesi kabul edilebilecek süreçte işçi sınıfı ve emekçiler temsil edilmemektedir. Sendikalara uzlaşmazlık durumunda biçimsel olarak bile grev hakkı tanınmamaktadır. Masaya sermaye sınıfı, 5’i iş dünyası ve 5’i devlet temsilcisi sıfatıyla 10 kişi oturmakta, işçi sınıfı adına oturan bürokratlar da esasen kapitalistler sınıfına hizmet etmektedir.

Hal böyle iken işçi sınıfı ve emekçiler daha iyi yaşam ve çalışma koşulları için fabrika fabrika, havza havza örgütlenmek dışında bir seçeneği yoktur. Yapmamız gereken mücadeleye uzun soluklu bakmak, sendikalı sendikasız, asgari ücretli sözleşmeli ayrımlarını aşarak birleşik mücadeleyi örmek için çaba göstermektir. İşçi sınıfı devam eden MESS sürecini, asgari ücret dönemini ve onu takip edecek ocak ayı zam süreçlerini birlikte ele almalıdır. Bu dönemi krizin faturasını sırtımıza yıkmaya yeminli sermaye sınıfına karşı birleşik mücadeleye dönüştürmelidir.