1908 grevleri tartışmasız bir şekilde Cumhuriyet öncesi işçi hareketi tarihinin en önemli köşe taşlarından biridir. Modern sınıf ilişkilerinin sancılı bir gelişim süreci izlemesine karşın işçi sınıfı 1908 grevleri ile birlikte toplumsal bir kuvvet olarak varlığını hissettirmeyi başarmıştır.
Doğal olarak 1908 grevleri II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte yaşanan gelişmelerle doğrudan bağlantılıdır. Hem onun yarattığı görece özgürlük ortamında ortaya çıkmış hem de onun sınırlarını göstermiştir.
Meşrutiyetin ilk günlerinde grevler Jön Türkleri öven ve Meşrutiyet’in ilanını kutlayan gösterilerle iç içe geçmiştir. İlk grev ağustos ayı başında İzmir’de 50 işçinin çalıştığı bir halı fabrikasında patlak verir. Ardından İstanbul’da Cibali Tütün ve Paşabahçe Cam işçileri greve başlar. Peşi sıra grevler limanlara, madenlere ve demiryollarına kadar yayılır. Bu grevler ağırlıklı olarak ücretlerin yükseltilmesi, işgününün kısaltılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi talepleriyle gerçekleşir. Elde edilen kazanımlarla birlikte dalga dalga yayılmaya devam eder.
Fransa Selanik Konsolosu’nun “çalışma koşullarının iyileştirilmesi için işçi sınıfı içinde örgütlenen gücün ilk gösterileri” diyerek rapor ettiği bu grev dalgasının en belirgin zayıflığı ise Meşrutiyet’i ve İttihat ve Terakki’yi kurtarıcı olarak görmesidir. Grevlerin ilk günlerinde grevleri yabancı sermayeyi sıkıştırmak için kullanmayı düşünen İttihat Terakki Cemiyeti ise özellikle grevler yayıldıktan, demiryollarını felç ederek ekonomiyi etkilemeye başladıktan sonra açık bir sınıf tutumu almıştır. 8 Ekim’de yürürlüğe konan Tatil-i Eşgal Cemiyetleri Hakkında Kanun-u Muvakkat ile sendika kurmak yasaklanmış, kurulmuş olan sendikalar ise kapatılmıştır. Bu geçici kanun 1909 yılında Tatil-i Eşgal Kanunu adı ile meclisten geçirilerek yasalaştırılmış, grev yapmak neredeyse imkânsız koşullara bağlanmıştır. 1908 grevleri böylece denetim altına alınmış olsa da, Cumhuriyet öncesi dönemde işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele arayışını tetikleyen bir rol oynamış, işçi sınıfının toplumsal etkisini göstermiştir.
Geri kalmış ve kapitalistleşme sürecinin henüz emekleme aşamalarında olan Osmanlı’da bu gelişmeler oldukça önemlidir. Zira bilinen ilk grevin gerçekleştiği 1865 yılından 1908 grevlerine kadar 43 yıl boyunca toplam 54 grev yaşanmıştır. Sadece 1908 yılı içinde ise 138 grev gerçekleşmiştir. Cumhuriyet öncesi dönemin işçi hareketinin önemli parçalarından sayılan 1919-1922 yılları arasında yaşanan eylemlerde ise bu sayı 22 ile sınırlıdır.
Tarım işçileri ile birlikte toplam sayısı 400 bine yaklaşan işçi sınıfı içinde bu dönemde on binlerce işçi çeşitli örgütlenmelerde yer almış, grev ile tanışmıştır. Ancak dönemin önemli sanayi merkezlerinin Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde sınır dışında kalması ile birlikte işçi sayısının yarı yarıya düştüğünü düşünürsek, bu önemli deneyimin birikim planında geleceğe taşınmasının neden başarılamadığını anlamak daha kolay olacaktır.