SUNU:
İşçi hareketimiz bugün kendi mücadele tarihinin en geri dönemlerinden birini yaşıyor. Karşı karşıya kaldığı yoğun saldırılara karşı alttan alta mayalanan öfke ve tepki ve bunun ifadesi grev ve direnişler ise hareketin yeni bir çıkış arayışında olduğunu gösteriyor. Böyle bir süreçte sınıf hareketinin geçmiş mücadele birikimine yakından bakmanın onun ders ve deneyimlerinden öğrenmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Emeğin Kurtuluşu kavgasına inanan sınıf bilinçli proleterler olarak çok iyi biliyoruz ki geçmişimiz geleceğimizdir. İnsanlığın eşit ve özgür geleceğini ancak geçmişten devraldığımız mirası doğru bir şekilde kavradığımız oranda kurabiliriz.
Bu sayımızdan başlayarak önümüzdeki 4 sayı boyunca Osmanlı’dan başlayarak Türkiye sınıf hareketinin gelişim evrelerini irdeleyeceğiz. Bu sayımızda Cumhuriyet öncesi dönemde kapitalist sınıf ilişkilerinin gelişimini ve işçi hareketinin ilk örneklerini ele alacağız. Ardından 1923’ten 1960’lar kadar olan dönemi inceleyecek 1960 ile 1980 arasındaki yükseliş döneminin ardından 1980’den bugüne kadar ki süreci ele alacağız.
Osmanlı topraklarında kapitalist ilişkilerin gelişimi 19. yüzyılın başlarında kendisini hissettirmeye başlamıştır.
1820’lerden itibaren tersane ve liman inşasına, gemi ve silah üretimine dönük yatırımlar gerçekleşir. 1830’lardan başlayarak ağırlığı İstanbul, İzmir, Bursa, Selanik, Üsküp’te olmak üzere tütün ve tekstil fabrikaları kurulur. 1848’de Ereğli kömür madenleri işletilmeye açılırken, ilk demiryolu inşaatına ise İngiliz sermayesi ile 1856’da başlanır.
Osmanlı’da ilk işçi hareketleri de bu kapitalistleşme süreci içinde ortaya çıkmıştır. Bilinen ilk grev 1863 yılında Zonguldak’ta maden işçilerinin gerçekleştirdiği grevdir. Ne var ki Osmanlı’da işçi sınıfı kendisini toplumsal bir kuvvet olarak hissettirdiği sıçramayı gerçekleştirmek için 1908 yılına kadar beklemiştir.
Bütün bir 19. yüzyıla yayılan Osmanlı’da kapitalistleşme sürecinin en belirgin özelliği ise gayrimüslim azınlıkların bu süreçte oynadığı roldür. 20. yüzyıl başına gelindiğinde bile Osmanlı’da ücretli işçi olarak çalışanların yüzde 85’i azınlıklardan oluşmaktadır. Buna paralel olarak sermaye birikimi de azınlıkların elindedir. Kurtuluş Savaşı’nın ardından özellikle imalat sanayinin geliştiği merkezler Cumhuriyetin kuruluş sürecinde sınır dışında kalan topraklar olmuştur. Bu durum ve yaşanan mübadeleler 1908 grevlerinin birikim ve etkisinin sonrasına taşınmasını engellemiştir.
İşçi hareketi adına o günden devralınabilecek en önemli birikim bu nedenle korunamamıştır. Böylece işçi hareketi Cumhuriyet dönemine yalnız geçmiş mücadele deneyiminden mahrum olarak girmemiştir. Aynı zamanda bozulan çok kültürlü yapı işçileri milliyetçilik zehri konusunda da korumasız kılmıştır.
Bu zehrin etkisi 1908 sonrası işçi eylemlerinde ve 1919-22 arası süreçte belirgin bir şekilde hissedilir. Özellikle gayrimüslim sermayeli iş yerlerinde gelişen eylemlerde işçiler İttihat ve Terakki’den yardım istemeyi, gerektiğinde “ulus”un çıkarı için çalışmaya devam edeceklerini söylemeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdir. Bu dönemin eylemlerine İştirakçi Hilmi olarak bilinen Hüseyin Hilmi’nin kurduğu Türkiye Sosyalist Fırkası yön vermeye çalışmıştır. Bu süreçte TKP’nin de kurucuları arasında olan Şefik Hüsnü ve Ethem Nejat’ın önderliğindeki Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın etkisi ise daha sınırlıdır.
İşçilerin taleplerine karşın İttihat ve Terakki’nin sermayeden yana açık bir sınıf tutumu vardır ve bu tutumun kökleri derinlerdedir. Daha Osmanlı’da ilk modernleşme hamlelerinin yapıldığı dönemde, 1845 yılında çıkarılan “Polis Nizamnamesi”yle polise iş bırakan işçilere karşı zor kullanma yetkisi verilmiştir. Yine II. Meşrutiyet’in ortaya çıkardığı görece özgürlükçü ortamda bile Tatil-i Eşgal Kanunu ile işçi sınıfının örgütlenmesi ve eyleminin önüne engeller çıkarılmış, işçi eylemleri yasaklanmıştır. Bu gelenek Cumhuriyet sonrasına da kesintisiz bir şekilde devredilmiş, devlet işçi sınıfının karşısında sermayenin çıkarını korumaya devam etmiştir.
Sonuç olarak saltanattan Cumhuriyete geçiş süreci, bu topraklarda yeni yeni şekillenmeye başlayan işçi sınıfı için bir kesinti dönemi olmuştur. Özellikle dönemin işçi sınıfının çok uluslu yapısı korunabilmiş ya da en azından işçi hareketi Balkan Savaşları’ndan başlayarak milliyetçiliğin olumsuz etkilerinden kendisini koruyabilmiş olsaydı, bugünün modern Türkiye’sinde çok daha gelişkin bir işçi hareketi hiç de azımsanmayacak bir olasılık olurdu. Aynı şekilde mücadele deneyimi açısından gelişkin bir kuşak Cumhuriyet dönemine taşınabilseydi, işçi sınıfının kendini ortaya koyması çok daha kolay gerçekleşirdi.