İşçiden esen yel…

Zirve noktasında maden işçilerinin unutulmaz Ankara yürüyüşünün yer aldığı Bahar Eylemleri sadece Türkiye tarihinin en yaygın ve kitlesel işçi eylemleri değildir. İşyeri örgütlenmelerinden sermaye devletinin açık sınıf tutumuna, sendikal ihanetten birleşik bir işçi hareketinin nasıl inşa edileceğine kadar birçok konuda bizlere dersler bırakan bir büyük deneyim olmuştur.

12 Eylül’ün toplumun üzerine örttüğü karanlık perde 1986 yılı sonunda başlayan Netaş grevi ile aralanmış, Netaş işçileri “Bu yasalarla grev yapılmaz!” diyenlere inat, bu karanlığı yırtacak gücün işçi sınıfında olduğunu göstermişti.

İşçi sınıfı 12 Eylül darbesi ile yolu düzlenen neo-liberal politikalara ve ağırlaşan çalışma koşullarına daha fazla boyun eğmek istemiyor, reel ücretlerinin 12 Eylül öncesine göre neredeyse üçte birine düşmesine büyük bir öfke duyuyordu. Netaş işçilerinin açtığı yoldan ülkenin dört bir yanında işçiler seslerini yükseltmeye, haklarını aramaya başlamışlardı.

Sermayenin yeminli hizmetkârı ve temsilcisi olan, daha 12 Eylül öncesinde MESS başkanı olduğu dönemde işçi düşmanlığını sergilemekten geri durmayan Turgut Özal’ın başında olduğu ANAP hükümeti ise işçi düşmanı politikaları tüm hızıyla sürdürmekte kararlıydı.

1989 yılında kamu kesiminde çalışan 600 bin işçiyi kapsayan toplu sözleşme görüşmeleri bu koşullarda başladı. Enflasyonun yüzde 130’a dayandığı koşullarda hükümetin işçi sendikalarına yaptığı zam önerisi yüzde 35’ti. Hükümetin bu vurdumduymaz tavırları işçi sınıfı için bardağı taşıran son damla oldu. Böylece Türkiye tarihinin en yaygın ve kitlesel işçi eylemleri başladı. Özel sektör işçilerini de etkisi altına alarak bir fırtınaya dönüşen ve 1991 yılında başlayan Körfez Savaşı bahane edilerek grevler yasaklanana kadar devam eden bu eylem dalgasında 1,5 milyonun üzerinde işçi eyleme çıktı.

Talepleri konusunda net ve kararlı olan kamu işçileri, 1989 yılı Mart ayında sakal bırakma, yemek ve servis boykotlarından başlayarak aylara yayılan bir direnişi adım adım örgütlediler. İş yerlerinde örgütlenerek harekete geçen işçiler karşısında sendika bürokratları ilk başta eylemleri dizginlemeye çalıştılar. Ancak işçilerin kararlı tutumu ve eylemlerin gücü karşısında direniş kararı almak zorunda kaldılar. Bu süreçte kendisini gösteren en önemli eylem biçimlerinden biri toplu vizite eylemleriydi. Eylem ve grev yasaklarına karşın binlerce işçi eş zamanlı olarak viziteye çıkarak üretimin tamamen durmasını sağlıyor, fiili grevler örgütlüyordu. İş yeri çıkışlarında ve şehir merkezlerinde yapılan yürüyüşlerde ise hem polis saldırılarına göğüs geriyor hem de toplumun geniş kesimlerinin desteğini örgütlüyorlardı.

Kamu işçilerinin kararlı tutumu ile önce işçilere destek eylemleri başladı. Ardından onları örnek alan özel sektörde çalışan işçiler de kendi talepleri ile eylemleri büyüttüler. Mart ayından toplu sözleşmenin imzalandığı Mayıs ayına kadar devam eden bu süreçte dikkat çeken eylem biçimlerinden biri ise açılan toplu boşanma davaları oldu. “Geçinemiyoruz!” diyen 1500 karayolu işçisi Diyarbakır’da açtıkları toplu boşanma davasıyla, Siverek 96. Şube Karayolu’nda çalışan 120 işçi ise çocuklarını toplu “satışa” çıkararak hükümeti protesto ettiler. Yine bu eylemler sırasında öne çıkan Askeri Dikimevi işçileri de ustabaşılara “Komutanım” demeye zorlanmalarına karşı tepkilerini “Asker değil işçiyiz!” sloganı ile gerçekleştirdikleri yol kesme eylemleriyle gösteriyorlardı.

İşçi sınıfının kararlı duruşu karşısında geri adım atmak zorunda kalan ANAP hükümeti, 18 Mayıs’ta işçilerin zam talebini kabul ederek sözleşmeyi imzaladı. Sendikanın yüzde 70 zam talebinde bulunduğu, hükümetin ilk başta zam oranı bile önermediği toplu sözleşme yıllık yüzde 142 oranında bir zam ile imzalandı. Böylece 12 Eylül’ün ardından işçiler ilk kez ücretlerinde reel bir iyileştirme elde etmiş oldular.

Eylemlerin ilk başladığı dönemde Karabük ve İskenderun işçilerinin yasaklanan grevi ise işçilerin kararlı duruşu ile Mayıs ayında başladı. 137 gün süren grev yine işçilerin önemli kazanımlar elde etmesiyle sona erdi. Kamu işçilerinin toplu sözleşme sürecinde harekete geçmesiyle başlayan bu eylem dalgası yayılarak Körfez Savaşı başlayana kadar devam etti.

İş yerlerinde oluşturulan taban örgütlenmelerinin etkin rol oynadığı Bahar Eylemleri, ANAP hükümetini de hedef alan siyasal duruşu ile Türkiye işçi hareketi tarihi içinde ayrı bir konuma sahiptir.

Öyle ki, bu eylemlerin sonuçlarından biri işçilerin üyesi olduğu Türk-İş sendikaları içinde bine yakın alt kademe yöneticisinin koltuklarını kaybetmesi olmuştur. Yerlerine bu eylem dalgasında öne çıkan öncü işçiler seçilmiştir. Yıllarca Türk-İş’in merkezi bürokrasisine karşı işçi hareketinin muhalif merkezlerinden biri rolünü oynayan ama hareketi daha ileriye taşıma niyet ve gücünden yoksun olan sendika şubeler platformları da bu dönemde verilen mücadelelerin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ne var ki, devrimci önderlikten yoksunluk koşullarında ve 1991’in ardından işçi hareketinde başlayan geri çekilme ile birlikte kazanılan bu mevzilerde yeşeren de alt kademe sendika bürokrasisi olmuştur.

Zirve noktasında maden işçilerinin unutulmaz Ankara yürüyüşünün yer aldığı Bahar Eylemleri sadece Türkiye tarihinin en yaygın ve kitlesel işçi eylemleri değildir. İşyeri örgütlenmelerinden sermaye devletinin açık sınıf tutumuna, sendikal ihanetten birleşik bir işçi hareketinin nasıl inşa edileceğine kadar birçok konuda bizlere dersler bırakan bir büyük deneyim olmuştur.