“Sonuç olarak TÜSİAD sermayesi, iktidarın göze batan aşırılıklarının törpülenmesini, ekonomik istikrar için “rasyonel politikaların” uygulanmasını talep ediyor. Bu talebin arkasında bu kodamanların en büyük korkusu olan toplumsal patlamalar olgusu yatıyor. Toplumdaki huzursuzluklar ve biriken dinamiklerin iktidarlar tarafından dikkate alınması istenirken son tahlilde TÜSİAD ve onun gibi sermaye örgütleri ceplerinin ne kadar dolduğuna bakıyor. Bu yüzden de TÜSİAD sermayesinin gerçekte Erdoğan ve AKP ile temelli bir sorunu bulunmuyor.”
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) kurulduğu 1971 yılından bu yana gerek ekonomik gerek siyasi olarak ülke yönetiminde ciddi bir söz sahibi olma konumunu hâlâ korumaktadır. TÜSİAD ülke ekonomisinin yaklaşık yüzde 50’sini kontrol edebilen bir sermaye kuruluşudur.
TÜSİAD geçtiğimiz günlerde yeni bir genel kurul gerçekleştirdi. Toplantının ardından yeni politikalarını, aldığı kararları ve eğilimlerini kamuoyuna duyurdu. Sermaye cephesi uzun bir dönemdir genelde iktidarın, özelde ise Erdoğan’ın siyasi ve ekonomik politikalarına yönelik eleştiriler yapıyordu. Bunları zaman zaman açıktan zaman zaman da daha üstü kapalı dillendiriyordu. Ama bunların iktidarla ilişkilerde pek bir somut karşılığı olmuyordu. Son genel kurul açıklamaları da bu tutumu sürdürdüklerini gösteriyor.
TÜSİAD Genel Kurulu’nda alınan bir dizi karara ve açıklamalara bakıldığında, cumhuriyetin yüzüncü yılına yönelik vurguların sıkça dile getirildiği görülüyor. Temel önceliğin “adil bölüşüm” olduğu sık sık vurgulanıyor konuşmalarda. Adil rekabet şartlarının olmadığı bir toplumda bozulma ve çürümenin yaşanacağı “uyarısı” eşliğinde demokrasi ve hukukun önemine işaret ediliyor, demokratik standartların yükseltilmesi isteniyor.
Ülke ekonomisinin yarısından fazlasını doğrudan veya dolaylı olarak kontrol etmekte olan bir sermaye örgütünün adil bölüşümden bahsetmesi yüzsüzlüğün zirvesi olmalı. Bu bir avuç sömürücü asalağın serveti ile milyonlarca işçi ve emekçinin geliri arasında devasa bir uçurum olduğu gerçeği orta yerde durmaktadır. Onların “adil bölüşüm” dedikleri şey 150 bin metal işçisinin yoksulluk sınırının neredeyse yarısı bir ücrete mahkûm edilmesidir. Milyonlarca asgari ücretli çalışanın açlık sınırının altında bir ücretle sefalete itilmesidir.
Bu “adil bölüşüm” arsızlığına, ekonomik ve sosyal politikaların yetersizliği, rasyonel politikaların önemi vurguları eşlik ediyor. Ekonomik, siyasi belirsizlik ve eğitim sistemi üzerine bir dizi önlem ve istem sıralanıyor. Bu temelsiz istem ve taleplerle bugünkü tablonun esas sorumlularının bizzat kendi sömürü düzenleri olduğu gerçeği saklanıyor.
Eğitim sistemine ilişkin olarak laik ve bilimsel eğitimin önemi vurgulanıyor. Eğitimin ezberci değil, eleştirel ve yaratıcı olması gerektiğine değinilerek, cemaat ve tarikatlar ile “siyasetle ilişkilendirilen yapıların” olmaması gerektiği söyleniyor. Oysa 12 Eylül darbesiyle kurulan “YÖK sistemi” bizzat onların önerisinin ürünüdür. Ve onlar için asıl sorun okullarda ve üniversitelerde cemaat ve tarikatların örgütlenmesi değildir. Onlar üniversitelerde “siyasetle ilişkilendirilen yapılar”ın, politik bir gençlik hareketinin gelişmesini istemezler. Devrimci gençlik hareketlerine karşı dalgakıran olarak kullanılan gerici yapılardan ise ancak bazı aşırılıkları nedeniyle rahatsızlık duyarlar.
Sonuç olarak TÜSİAD sermayesi, iktidarın göze batan aşırılıklarının törpülenmesini, ekonomik istikrar için “rasyonel politikaların” uygulanmasını talep ediyor. Bu talebin arkasında bu kodamanların en büyük korkusu olan toplumsal patlamalar olgusu yatıyor. Toplumdaki huzursuzluklar ve biriken dinamiklerin iktidarlar tarafından dikkate alınması istenirken son tahlilde TÜSİAD ve onun gibi sermaye örgütleri ceplerinin ne kadar dolduğuna bakıyor. Bu yüzden de TÜSİAD sermayesinin gerçekte Erdoğan ve AKP ile temelli bir sorunu bulunmuyor.