“Tüm bu gerçekler, biz işçi ve emekçilerin neden vaatlere kanmaması, hayallere kapılmaması gerektiğini gösteriyor. O zaman taleplerimizin hayata geçmesi için belediyelerin başındaki kişi veya partilerin değişmesinin bir anlamı olmadığını iyi bilmeliyiz. Bütün gücümüzü ve enerjimizi kendi mücadelemizi büyütmek, örgütlülüğümüzü güçlendirmek için harcamalıyız. Kurulu düzeni bizlere onaylatmaya çalışan her anlayışın karşısında emeğin kurtuluşu mücadelesini büyütme çağrısını yükseltmeliyiz.”
Tüm düzen partileri yerel seçimlerde işçi ve emekçilerin karşısına vaatlerle çıkıyor. AKP ve saray rejimi ise bol keseden vaatlerin yeterli gelmeyeceğini düşünerek arada tehditler de savuruyor. Devrimci ve komünist olduğunu iddia eden reformistler ise kendileriyle gelecek değişimlerden dem vurarak hayaller yayıyor.
Oysa sömürü düzeninin her gün yüzümüze vuran gerçekleri bizlere, bu ücretli kölelik düzeni ortadan kaldırılmadan sorunlarımızın çözülemeyeceğini söylüyor.
Kapitalist düzende belediyecilik!
Bir önceki yerel seçimlerde (2019), üç büyük ilin belediyesi başta olmak üzere birçok belediyeyi AKP-MHP çizgisinden koparmak ve kayyum atanan belediyeleri geri almak muhalefet için hareket noktasıydı. Özellikle İstanbul seçimi belirleyici bir kapışma alanıydı. Siyasal kutuplaşma bir genel seçim havasını aratmayacak türdendi. Ama Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım’ın hizmet vaatleri neredeyse tek kalemden çıkmış gibiydi. Şimdi aynı şey Ekrem İmamoğlu ile Murat Kurum için geçerli. Hatta bazen hangi vaat hangisinin kendileri bile karıştırıyorlar. Ortaya trajikomik sahneler çıkıyor. Ankara ve diğer iller için de durum çok farklı değil.
Götürüleceği iddia edilen hizmetler oy almak için bir yarış aracı olmak dışında bir anlam ifade etmiyor. Yapılan vaatlerin bugüne kadar neden gerçekleşmediği ya da kendilerinin yönettiği şehirlerde ne tür uygulamalara konu olduğu sorusu ise orta yerde duruyor. Bin bir yalana dayalı tiyatro her seçimde olduğu gibi yeniden sergileniyor.
Kapitalist düzende belediyecilik vaatlerle süslenen bir rant işleyişidir. Yerel kaynakları ve imkanları hangi sermaye grubunun, hangi siyasal odakların kontrol edeceğinin, kimin ranttan ne kadar alacağının mücadelesidir söz konusu olan. Rant çekişmesi sonucunda parsayı kimin topladığı işçi ve emekçiler açısından önemli bir sonuç doğuramaz.
Vaat bitti, tehdit verelim!
Sayılı günler kalan 2024 yerel seçimlerinde vaatlerin ve çekişmelerin önüne geçen bir durum ise ülkenin partili cumhurbaşkanının tehditleridir. “Benim partimin seçilmediği yerde bizden hizmet beklemeyin” diyebilen bu “ülkenin” cumhurbaşkanı, bir seneyi aşkındır tüm mağduriyetleriyle çözüm bekleyen depremzede emekçilere bile tehdit cümleleri sarf edecek kadar arsız bir seçim kampanyası yürütüyor. Yıllarca sürdürdüğü “kazanmak için her şey mubah” anlayışında yeni zirveler yapıyor. Reislerinin işaretini alan birçok AKP’li aday da yine merkezi yönetim belediye ilişkisi üzerinden seçmenlere gözdağı veriyor.
Reformizmin hayal pazarı!
Birkaçı dışında sol yelpazedeki parti ve adaylar da seçimlerde vaat siyaseti izliyorlar. Düzen partileri gibi vaat sıralayan, düzen partilerinin desteğiyle seçim ittifakı oluşturanlardan Kürt hareketinin listesinden yer bulmaya çalışanlara birçok örnek görüyoruz. İlkesiz bir tablo çizdikleri gibi, sandık eksenli siyasetle çözüm gelebileceği yanılsaması yaratıyorlar. “Rantı ve talanı durdurmak”, “halkın yönetimi”, “halkın katılımı”, “yerinde yönetim”, “halka dolaysız hizmet” vb. aldatıcı argümanlarla kitlelerden oy desteği talep ediyorlar. Belediyelere gelerek sorunları çözeceklerini iddia eden deklarasyonlar/programlarla emekçileri aldatıyorlar.
Rantçı-soyguncu düzen partilerinin vaatlerinden daha sorunlu olan, mücadele etmek isteyen ve çözüm arayışında olan emekçilerin bilincini, bir şeyler yapma isteklerini sandığa gömmeye çalışıyorlar.
Sömürü, baskı ve şiddet demek olan düzen ve devlet gerçekliğinin gizlenmesine ortak olmaktır. Belediye yönetimleri merkezi yönetimin doğrudan denetimindedir. Belediyeleri kazanmak üzerinden halkı yerel yönetimlerde belirleyici hale getireceklerini söyleyenler sadece boş hayaller yaymaktadırlar.
Gerçekler…
Ekonomik ve siyasi kriz girdabında, bir yanımız yoksulluk ve yoksunluk diğer yanımız ise baskı ve zorbalık… Yüzüncü yılını geride bırakan bu cumhuriyette biz işçi ve emekçilerin sorunları karşısında mevcut düzeninin sunabileceği hiçbir çözüm yoktur. Yerel seçimler vesilesiyle gündeme gelen her bir kent sorunu için de geçerlidir bu.
Fay hatları üzerinde bir ülkede yaşıyoruz. Her şehir deprem tehdidi altında. Kocaeli-Gölcük, Düzce, Van, Erzincan, İzmir ve son olarak da 6 Şubat depremleri sonucunda büyük yıkımlar ve kayıplar yaşandı. Ve yeni depremlerin alarm çanları çalıyor. Kentleri depreme dayanıklı hale getirmek, özellikle İstanbul ve 6 Şubat deprem bölgesi başta olmak üzere tüm adayların dilinde. Ama bugüne kadar yapmamaları, bundan sonraki pratiğe ayna tutuyor. Özellikle kapıyı çalan İstanbul depremi için bir önceki seçimde vaatler sıralandı. 6 Şubat depreminden sonra da benzer sözler ortalıkta dolaştı. Ama ortada çözüme doğru ilerleyen tek bir gerçekçi planlama yok.
Zira depreme karşı gerçek bir çözüm her şeyden önce planlı bir yapılaşmayla, tüm sağlıksız yerleşim alanlarının elden geçirilmesiyle mümkün. Bunun ise büyük bir maliyeti olacağı açık. Hiçbir düzen partisinin, kaynakları sermaye sınıfına aktarmak ve arta kalanlardan nemalanmak varken, böylesine kapsamlı adımlar atmayacağını bugüne kadar yaşananlardan biliyoruz.
Son yıllarda birçok ilde seller yaşandı. Bir nedeni altyapı sorununun çözülmemesi, çarpık kentleşmeyken bir diğer nedeni de suyu tutacak toprağın ve ormanların yok edilmiş olmasıdır. Yine sanayileşme sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenmekte, tarım arazilerinin olduğu bölgelerde sanayi tesisi kurulması için teşvikler bile verilmektedir. Fabrikalar, OSB’ler belediyelerin beslendiği rant alanları olarak görülmektedir. Bundan dolayı da insan sağlığını gözeten yerleşim yerleri, doğa öncelikli bir sanayi planlaması yapılmamaktadır.
Ulaşım hali hazırda özelikle kentlerde yaşayan insanların en büyük sorunlarının başında gelmektedir. Binlerce emekçi için ulaşım sadece yüksek maliyet değil, aynı zamanda zaman kaybıdır. Saatler boyu çalışan ve dinlenmeye, gezmeye, kültür-sanata zaman ayıramayan milyonlarca emekçi trafik sorunu yüzünden çok önemli bir zaman kaybına uğramaktadır. Zira mevcut kapitalist düzen sağlıklı bir ulaşım ağı kurma kabiliyetinden yoksundur. Kimin daha fazla yaptığı üzerine övünülen metrolar yetersizdir. Otobüsler ve diğer araçlar hem pahalı hem de işlevsizdir.
Elektrik, su ve ısınma masrafları her ay bütçeyi daha da zorluyor. Daha ucuz elektrik, su ya da doğal gaz vaatlerinin yerine getirilmesinin önünde yalnız rant düzeni değil kapitalizmin kendine özgü yasaları bulunuyor. Kreşler, çocuk yuvaları, hasta ve yaşlı bakım merkezleri, sağlık hizmetleri, spor alanları ihtiyacı karşılamaktan uzaktır. Ama partiler ve adaylar bu alanlara dönük her yatırımı çarşaf çarşaf reklama dökmekte, halkın parasıyla halkın ihtiyaçlarını karşılamayı sanki bir lütuf gibi sunmaktadır.
Kapitalizm insan değil kâr merkezli bir işleyişe sahiptir
Barınma, ulaşım, sağlık, kreş, enerji, kültür-sanat-spor vb. çözülmesi zor sorun alanları mıdır? İnsan ve doğa esas alınarak çok rahat kent ve yaşam planlamaları yapılabilir. Bu açıdan ülke kaynakları yeterlidir. Ama kapitalist sistemin işleyiş mantığı insan ve doğa merkezli değil, kâr merkezli bir önceliğe sahiptir. Sermaye sınıfı kârından ve rant imkanlarından vazgeçeceği herhangi bir planlamaya ve projeye izin vermez. Geçmişte bu konuda küçük adımların atıldığı örneklerde bile sermaye devleti devreye girmiştir. Bu tür uygulamalar cezai yaptırımlara tabi tutulmuş, kayyumlar devreye sokulmuştur.
Tüm bu gerçekler, biz işçi ve emekçilerin neden vaatlere kanmaması, hayallere kapılmaması gerektiğini gösteriyor. Taleplerimizin hayata geçmesi için belediyelerin başındaki kişi veya partilerin değişmesinin bir anlamı olmadığını iyi bilmeliyiz. Bütün gücümüzü kendi mücadelemizi büyütmek, örgütlülüğümüzü güçlendirmek için harcamalıyız. Kurulu düzeni bizlere onaylatmaya çalışan her anlayışın karşısında emeğin kurtuluşu mücadelesini büyütme çağrısını yükseltmeliyiz.