2024 1 Mayıs’ı sermaye ve sendikal bürokrasiyi aşacak bir potansiyeli açığa çıkarma olanaklarına sahiptir. Kendine özgü anlamı ve önemi de burada yatmaktadır. Bu yanıyla Taksim Meydanı’na çıkış iradesi ve pratiği sınıfa vurulan prangaları birleşik bir zeminde ve fiili-meşru mücadele hattıyla parçalama çabasının bir parçası olacaktır.
Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs ve sınıf mücadelesi için önemi ve anlamı tartışmasızdır. Sermaye ve hizmetindeki iktidar bunu bildiği için, Taksim Meydanı’nı her fırsatını bulduğunda zorbalıkla yasaklıyor. 1976’dan bu yana Taksim sıradan bir yer sorunu değil, fakat tarihsel ve güncel olarak iki sınıfın karşı karşıya gelişi çerçevesinde, görkemli gösterilere sahne olan bir mücadele meydanıdır.
Taksim Meydanı, 1977 1 Mayıs katliamının ardından, işçi sınıfı mücadelesinin simgesi haline gelmiştir. Uğruna büyük bedeller ödenen 1 Mayıs günü ve gösterileriyle özdeşleşmiştir. Dost düşman herkes bir biçimde bu gerçeği kabul etmektedir. Buna düzenin önemli kurumlarından biri olan Anayasa Mahkemesi de dahildir. Nitekim konuya ilişkin olarak verdiği kararda bu gerçeği zımnen de olsa kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu bile kendi başına çok şey anlatmaktadır.
Neredeyse elli yıldır bu katı bir gerçek olarak orta yerdedir. Nitekim bilinçlerden ve belleklerden silinmek istenen tam da bu gerçekliğin kendisidir.
Dolayısıyla 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de gerçekleştirilmesi sorunu hiç de basit bir alan tartışması değildir. Bu, karşıt konumdaki iki temel sınıfın, işçi sınıfının ve sermaye sınıfının, güç ve iradeleriyle karşı karşıya geldiği bir irade savaşıdır.
Sendikal bürokrasinin Taksim çağrısı
İşçi sınıfına ve emekçilere her alanda kölelik dayatan sermaye düzeni uzun zamandır politik ve psikolojik üstünlüğü elinde tutuyor. Taksim’in yeniden yasaklanması ve yıllardır işçi ve emekçilere kapatılıyor oluşu bu durumun bir parçasıdır.
İşçi sınıfı örgütleri olan sendikaların başına çöreklenmiş bürokratik yapılar da bu konuda bugüne kadar genellikle sermayenin işini kolaylaştıran tutumlar aldılar. Toplumun geniş emekçi kesimlerine dönük sonu gelmeyen azgın saldırıların bu denli kolay gerçekleşmesinde bunun özel bir payı vardır.
Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin lehte verdiği karara da yaslanarak 2024 1 Mayıs’ı için Taksim açıklaması yapanların tutumunu doğru değerlendirmek gerekir. Bugüne kadar, AKP iktidarının düzenin yasalarını dahi hiçe sayan uygulamaları karşısında esaslı bir tepki ortaya koyamadılar. Yıllardır sürmekte olan bu durum gelinen yerde onları ciddi bir konum ve prestij sorunuyla yüz yüze bırakmıştır. Şimdi bu imajı düzeltmek için uygun bir fırsat bulduklarını düşünüyorlar. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi kararını, düşmüş bulundukları son derece tartışmalı durumdan sıyrılmanın “meşru” bir imkânı olarak görüyorlar.
Birleşik ve kitlesel bir devrimci 1 Mayıs için seferber olalım!
DİSK başta olmak üzere bir dizi sendikal ve siyasal kurum, Taksim iradesini birleşik bir güç halinde örgütleme çabasından geri duruyorlar. Sendika bürokratları “biz Taksim dedik ama bu konuda diğerleriyle aynı değiliz” mesajı da vermeye çalışıyorlar. Tüm bu gerçeklere rağmen Taksim çağrısı yapmalarının geniş kitleler nezdinde belli bir önemi var. Ama bu yaklaşımları dahi sendikal bürokrasinin Taksim’i kazanma iradesinden ne kadar uzak olduğunu görmek için önemli. Taksim iradesi ve kararlılığının altını dolduracak olansa geçmişte olduğu gibi bugün de devrimciler ve mücadeleci sendikalardır. Halen önümüzde duran görev tam da budur.
2024 1 Mayıs’ı sermaye ve sendikal bürokrasiyi aşacak bir potansiyeli açığa çıkarma olanaklarına sahiptir. Kendine özgü anlamı ve önemi de burada yatmaktadır. Bu yanıyla Taksim Meydanı’na çıkış iradesi ve pratiği sınıfa vurulan prangaları birleşik bir zeminde ve fiili-meşru mücadele hattıyla parçalama çabasının bir parçası olacaktır.
Şimdi düzenin işçi sınıfını hareketsiz bırakan kuşatmasında gedikler açmak, fiili-meşru mücadeleyi güçlendirmek için seferber olma zamanıdır.