1928 İstanbul Tramvay Grevi

Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleşen 1928 İstanbul Tramvay Grevi, Türkiye işçi sınıfı tarihinin erken dönemindeki en önemli eylemlerden biridir. Grevin sınıf mücadelesi açısından önemi, yalnızca ortaya koyduğu taleplerle sınırlı olmayıp, çok daha geniş bir anlama sahiptir. Genç ve deneyimsiz olmasına rağmen işçi sınıfının örgütlenme ve direniş yeteneğini ortaya koyan bu grev, aynı zamanda “halk egemenliği” ve “eşit yurttaşlık” söylemleriyle kurulan Cumhuriyet’in işçi düşmanı karakterini daha en başından açığa çıkarmış, “cumhuriyetin sınıfsız, sömürüsüz bir toplumsal yapıya” dayandığı yalanını daha baştan gözler önüne sermiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yılları ile Cumhuriyet’in ilk yılları, işçi sınıfının birçok eylemine sahne oldu. Özellikle 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanının ardından, Osmanlı topraklarında işçiler hakları için mücadeleyi büyüttüler. Deri işçileri, tütün işçileri, fırın işçileri, limanlarda, demiryollarında ve tramvay hatlarında çalışan binlerce işçi, savaşın ve yıkımın gölgesinde daha iyi çalışma koşulları ve daha yüksek ücretler için mücadeleye girişti.

Grevler kısa sürede dalga dalga yayıldı. Gelişen işçi hareketini ve yayılan grev dalgasını engellemek isteyen Osmanlı yönetimi, 1909 yılında Tatil-i Eşgal Kanunu’nu çıkardı.

Bu yasa ile grevler fiilen yasaklandı. Tatil-i Eşgal Kanunu, sınıf mücadelesini bastırmaya dönük açık bir saldırıydı. Ancak tüm baskılara rağmen Avrupa’daki sınıf mücadelelerinden ve sosyalist hareketlerden etkilenen işçi hareketi geri çekilmedi. Bu dönemde işçi sınıfı bazı kazanımlar elde etse de, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle hareket büyük ölçüde geriledi.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yeni bir ülkenin temelleri atıldı. Ancak ne işçi haklarında bir gelişme yaşandı ne de emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarında bir iyileşme oldu. Halkın egemenliğini savunduğunu iddia eden Cumhuriyet rejimi, söz konusu işçi hakları olunca tıpkı Osmanlı gibi, hak arayan işçilerin karşısına dikildi.

Osmanlı’dan kalma çalışma sistemi devam ettirildi. Üstüne eklenen yeni vergilerle işçilerin yaşam koşulları daha da zorlaştı. İşçiler arasındaki ücret farkları çok yüksekti. Mücadelede kesintiler olsa da işçi sınıfı, eşit ücret, çalışma koşullarının düzenlenmesi, hafta sonu tatil hakkı ve 8 saatlik iş günü için yeniden eylem ve grevlere başladı. 1927 yılında Adana Demiryolu Grevi’nin ardından, 1928 yılında İstanbul Tramvay Grevi gerçekleşti.

İstanbul’daki tramvay hatları, Dersaadet adlı özel bir tramvay şirketine aitti. Bu şirkette çalışan işçiler, İstanbul Tramvay İşleri Amelesi Cemiyeti’ne bağlıydı. Günümüz sendikalarının öncülü sayılabilecek bu cemiyette toplanan işçiler, ücretlerine yüzde 50 zam ve sosyal haklarda iyileştirme talep ettiler. Aynı zamanda çalışma saatlerinin kısaltılmasını, uzun saatler çalışan işçilerin işe başlangıç saatlerinin netleştirilmesini istiyorlardı.

Taleplerini şirkete ileten işçilerin istekleri kabul edilmedi. İşçiler, bu kez valilikle görüşmeye gitti. Osmanlı’dan miras Tatil-i Eşgal Kanunu uyarınca bir hakem heyeti oluşturuldu. Bu heyet, “işçilerin müzakereye bile açık olmayan isteklerinin kabul edilemeyeceğini” valiliğe bildirdi. Bunun üzerine iki bin işçi, 8 Ekim 1928 Pazartesi günü greve çıkacaklarını ilan etti. Aynı süreçte Dersaadet Tramvay Şirketi, grev kırıcılığı için hazırlıklar yaptı ve depoların önünde, çevresinde güvenlik önlemleri aldırdı.

Grevin başlamasının ardından şirket yönetimi, işçilere öğlene kadar süre vererek, işe dönmeyenlerin işten çıkarılacağını duyurdu. Daha önce farklı nedenlerle işten ayrılmış olan eski çalışanları işe çağırdı, yeni işçiler alarak işin durduğu hatlara yönlendirdi. Ancak tramvaylar, yalnızca çok sınırlı hatlarda ve ciddi aksamalarla çalıştırılabildi.

Grevi her yerden kuşattılar. Devlet, grevi yasadışı ilan etti. Eylemlere katılan işçiler, komünist propaganda yapmak ve devlete zarar vermekle suçlandı.

İktidar yandaşı basın da harekete geçti. Gazeteler, işçilere grevi bitirme çağrısı yaptı. İşçileri sermaye sınıfı adına tehdit etti. Bu gün demokrasinin sözcülüğünü yaptığı söyleyen Cumhuriyet gazetesi, işçilere şöyle seslendi: “Grevlerin olumsuz neticesini gören tramvay amelesine samimiyetle tavsiye ederiz. Ameleler! Verilen mühletten yararlanınız. İşinizin başına gidiniz. Aksi takdirde işsiz ve sefalet içinde kalırsınız.”

Milliyet gazetesi ise şunları yazdı: “Tramvaycı Türk işçilere tekrar tekrar tavsiye ederiz. Derhal iş başına dönünüz. Çocuklarınızı aç bırakmak vebalini boynunuza almayınız!” Dönemin tek partisi olan CHP, işçilere şirketle arabuluculuk yapma adı altında fiilen grevi bitirmek için fiilen baskı yaptı.

Tüm baskı ve tehditlere rağmen, grevinin ilk günlerinde tramvay seferleri büyük oranda aksadı. Ancak grev kırıcıların devreye girmesiyle seferler sınırlı da olsa sürdürülebildi. Grevciler halktan büyük destek gördü. Bu desteğin bir nedeni de, tramvay şirketinin yabancı sermayeye ait olmasıydı.

Tramvay işçilerinin taleplerinin çoğu kabul edilmemiş olsa da, çalışma koşullarında bazı esnemeler gerçekleşti. 15 Ekim sabahı, hiçbir işçinin işten çıkarılmaması koşuluyla grev sonlandırıldı. Ancak daha sonra “kara liste”ye alınan işçilerin büyük bölümü, iki yıl içinde işten çıkarıldı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleşen 1928 İstanbul Tramvay Grevi, Türkiye işçi sınıfı tarihinin erken dönemindeki en önemli eylemlerden biridir. Grevin sınıf mücadelesi açısından önemi, yalnızca ortaya koyduğu taleplerle sınırlı olmayıp, çok daha geniş bir anlama sahiptir. Genç ve deneyimsiz olmasına rağmen işçi sınıfının örgütlenme ve direniş yeteneğini ortaya koyan bu grev, aynı zamanda “halk egemenliği” ve “eşit yurttaşlık” söylemleriyle kurulan Cumhuriyet’in işçi düşmanı karakterini daha en başından açığa çıkarmış, “cumhuriyetin sınıfsız, sömürüsüz bir toplumsal yapıya” dayandığı yalanını daha baştan gözler önüne sermiştir.

Grev yasaklarının olduğu, sendikal mevzuatın bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bu eylem, sonraki kuşaklara olduğu kadar bugünün mücadelesine de ilham kaynağı olmalıdır.

* Dönemin gazeteleri grevi bu sözlerle haberleştirmişlerdi.