Özelleştirme ve çalışma yaşamına yönelik esneklik saldırılarıyla, enflasyonla mücadele ve mali disiplin adı altında ücretleri baskı altına alma hedefleriyle, OVP’de kapitalistlerin kârına kâr katmak için ne gerekiyorsa o var. Olmayan tek şey ise milyonlarca işçi ve emekçinin eriyen reel ücretlerinin nasıl telafi edileceği, sefalet koşullarının nasıl son bulacağı.
2026-2028 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program (OVP), eylül ayında Resmî Gazete’de yayımlandı. Bu programın ardından, Ekonomik Koordinasyon Kurulu (EKK), 2025 yılının yedinci toplantısını 10 Ekim’de gerçekleştirdi. Hem OVP’nin içeriği hem de EKK toplantısının ardından yapılan açıklamalar, AKP’nin ekonomi politikasında bir değişiklik öngörmediğini ve Mehmet Şimşek’e emanet edilen ekonomi yönetiminin işleri bir dönem daha aynı şekilde yürüteceğini gösteriyor.
Bu adı konulmamış IMF programı zaten uluslararası sermayeye verilen sözler çerçevesinde yürürlüğe girmiş, Mehmet Şimşek bu programın uygulanması için yabancı sermaye tarafından özel olarak seçilmişti. Programın temel hedefi sözde mali disiplin ve ekonomik istikrarın sağlanmasıydı. Ne var ki bahsettikleri “istikrar”ın sadece kapitalistlerin kârlarının güvence altına alınması olduğunu biliyoruz. Programı hazırlayanlar da bunu “yatırımcı güveninin tesis edilmesi” hedefi olarak itiraf ediyorlar.
OVP, üç yıllık hedefleri içerecek şekilde hazırlanmasına rağmen her yıl yeniden elden geçiriliyor ve yayınlanıyor. Temel ekonomik hedefler ile birlikte gelir ve gider tahminlerine ilişkin yaklaşımları da içeren bir temel politika belgesi işlevi taşıyor. Ama yıllardır hazırlanan programlarda önceki yılın tutmayan hedeflerinin revize edilmesi dışında bir değişiklik bulunmuyor. Örneğin; geçtiğimiz yıl açıklanan OVP’de 2025 yılı için enflasyon hedefi yüzde 17,5 idi. 2026 yılında ise enflasyonun tek haneye ineceği iddia ediliyordu. Oysa şimdiden resmi TÜİK enflasyonunun bile yüzde 30’ün üzerinde gerçekleşeceği ortaya çıkmış durumda. Bu gerçekle birlikte 2025 yılı enflasyon hedefini yüzde 28,5; 2026 yılı enflasyon hedefini ise yüzde 16 olarak güncellediler. Tek haneli enflasyon hedefi ise bir kez daha başka bahara kaldı.
Eylül ayında TÜİK tarafından açıklanan rakamlara göre, yıllık enflasyon gıdada yüzde 36, eğitimde yüzde 66, konutta yüzde 51. TÜİK’in sahte rakamları ile üzerini örtemedikleri bu tablo, başarılı bir şekilde devam ettiğini iddia ettikleri ekonomi programının ne anlama geldiğini göstermeye yetiyor. Açık ki enflasyonla mücadele adı altında işçi sınıfını düşük ücretlere mahkûm etmek dışında bir başarı kriterleri bulunmuyor.
İşçi sınıfını sefalete mahkûm etme başarılarını ise, süslü cümlelerle ifade ettikleri “yapısal reformlar”la sürdürmek istiyorlar. Oysa “yapısal reform” adı altında sunulanlar, gerçekte işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik yeni saldırılardan başka bir şey değil. Daha önceki programlarda da karşımıza çıktığı gibi, kıdem tazminatı hakkına dönük tehditler gündemdeki yerini koruyor. “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” adı altında yeni bir fon kurularak, bu kaynağın sermaye tarafından yağmalanması ve fırsat bulunduğunda kıdem tazminatının yerine geçirilmesi sermayenin temel hedefleri arasında yer alıyor.
Programda yer alan “çağı yakalama”, “üretkenliği ve rekabet gücünü artırma” gibi söylemler ise çalışma yaşamına yönelik esnek sömürü biçimlerinin gündemden düşmeyeceğini gösteriyor.
Zaten kapitalistler ve onlar adına ülkeleri yönetenler ne zaman ağızlarına “yapısal reform” lafını dolasalar, oturup iki kere düşünmek gerekiyor. Onlar bu sihirli sözcüğü her zaman aynı nedenlerle, aynı hedefe yönelik olarak dile getiriyorlar. Çünkü başarısızlıklarının üzerini örtmek istiyorlar. “O kadar köklü ve derinde sorunlar var ki ne kadar çabalasak yetersiz kalıyor” demeye getiriyorlar. Köklü sorunların çözümünün ise “yapısal reformlar”da, yani kapitalist sömürü ilişkilerini daha da derinleştirecek önlemlerde olduğunu söylüyorlar.
Kuşkusuz Türkiye kapitalizminin fazlasıyla “yapısal” sorunları bulunmaktadır. Ancak iktidar ve sermayenin tek derdi, yapısal sorunların esas kaynağı olan sömürü düzeninin devamının nasıl sağlanacağıdır.
Örneğin, Türkiye kapitalizmi için ekonominin dışa bağımlılığı da önemli bir “yapısal” sorundur. Ancak sahte efelenmelerinin ötesinde, onlar için böyle bir sorun bulunmamaktadır. Hatta OVP’de açıkça ifade ettikleri gibi, “yatırımcıya güven veren” bir düzen kurabilmek, varlık-yokluk meselesidir. Geçmiş yıllarda olduğu gibi, bu yıl da OVP ile ilan ettikleri ekonomik program, dış finansman akışına dayalı bir büyüme hedefinden başka bir şey değildir.
Açıklanan programdan anlaşılıyor ki, önümüzdeki dönemde finansman arayışında özelleştirmeler bir kez daha önemli bir yerde duracak. 1986-2024 döneminde gerçekleştirilen toplam 71,6 milyar dolar tutarında özelleştirmenin 63,5 milyar dolarlık bölümü AKP döneminde hayata geçirilmişti. 2025 yılında 21 milyar lira olarak tahmin edilen özelleştirme gelirlerinin, 2026 yılında ise 185 milyar liraya ulaşacağı tahmin ediliyor. Yanı sıra, ulaştırma ve sağlık alanında yap-işlet-devret modeliyle hayata geçirilen projeler için de 2026 yılında 232,3 milyar lira ödeme yapılması planlanıyor.
Özelleştirme ve çalışma yaşamına yönelik esneklik saldırılarıyla, enflasyonla mücadele ve mali disiplin adı altında ücretleri baskı altına alma hedefleriyle, OVP’de kapitalistlerin kârına kâr katmak için ne gerekiyorsa o var. Olmayan tek şey ise milyonlarca işçi ve emekçinin eriyen reel ücretlerinin nasıl telafi edileceği, sefalet koşullarının nasıl son bulacağı. Bu noktada OVP, süslü cümlelerle yaptığı “gelir adaleti” vurgularından başka hiçbir şey söyleyemiyor. Zira gelir adaletsizliği, uygulanan bu ekonomik programların sonucu zaten. Açıkladıkları büyüme rakamları bile bu çıplak gerçeği ortaya sermeye yetiyor. O rakamlarda emeğin payı sürekli olarak azalırken sermayenin payı sürekli olarak artıyor. Lüks tüketime yapılan harcamalar temel ihtiyaç maddelerine yapılan harcamaları fersah fersah aşıyor. İşçi ve emekçilere enflasyonla mücadele programı adı altında sefalet dayatılırken, kapitalistler servetlerine servet katmaya devam ediyorlar.
Dolayısıyla açıklanan program ne bir istikrar programıdır ne de bir vadesi vardır. Ve vadesi dolan sadece ekonomik programları da değildir. Bu programların hazırlayanı, uygulayıcısı, sahibi kim varsa tümünün de vadesi dolmuş durumdadır. Vadesi dolmuş saldırı programını sahipleri ile birlikte çöpe atmak için örgütlenelim, mücadele edelim!
*-*-*
Gençlerin yakasından düşün!
Açıklanan Orta Vadeli Program ile sermaye sınıfının gözünü diktiği alanlardan birinin mesleki eğitim olduğu görülüyor. Daha doğru bir ifade ile “mesleki eğitim” adı altında çocuk emeği sömürüsünün önü daha da açılmak isteniyor.
Yandaş basının “Hükümetin meslek lisesi seferberliği” diyerek güzellediği plana göre eğitim müfredatının tamamen kapitalistlerin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilmesi ve “istihdama erken dönemde katılma” adı altında liseli gençliğin sömürü çarkları arasında öğütülmesi planlanıyor.
Sermaye sınıfına hizmet etmekte sınır tanımayanlar hazırladıkları OVP’de mesleki ve teknik eğitim müfredatının ‘özel sektörle iş birliği içerisinde güncelleneceğini’ açıkça ilan etmekten geri durmuyorlar. Ne eğitimin bilimsel niteliği umurlarında ne de gençlerin sosyal ihtiyaçları. Kapitalistlerin her fırsatta yakındığı “nitelikli ara eleman” ihtiyaçlarına çözüm bulmaktan başka bir dertleri yok.
MEB’in açıkladığı 2022 yılı faaliyet raporuna göre MESEM (Mesleki Eğitim Merkezleri) kapsamındaki çırak ve kalfa sayısı bir yılda 159 binden 1 milyon 241 bine fırlamıştı. Belli ki sermaye çok daha fazlasını istiyor. Milyonlarca meslek lisesi öğrencisinin insanca bir gelecek hayali kurmasına izin vermeden eğitimlerini de kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirmek, sömürü çarkları arasında öğütmek istiyor.
Genç işsizlik oranı çığ gibi büyümeye devam ederken akıllarınca bu soruna çözüm arıyorlar. Ama akıllarına eğitimin bilimsel niteliğini yükseltmek, gençliği geleceksizliğe sürükleyen koşulları ortadan kaldırmak gelmiyor. Araştırmalara göre, Türkiye 15-24 yaş aralığında “ne eğitimde ne istihdamda” (NEET) genç oranında Avrupa’da açık ara birinci. 2024 itibarıyla bu yaş grubunda NEET oranı yüzde 22,9. Ve bu tabloyu kapitalistler için fırsata çevirmek istiyorlar.
Gençleri meslek hayatına hazırladıklarını iddia ediyorlar. Ama bu hazırlıktan meslek lisesi öğrencilerinin payına “çalışmanın fazileti” dersi, kapitalistlerin payına teşvikler düşüyor. MESEM’li çocuk işçileri staj adı altında sömüren kapitalistlere verdikleri teşvikler yetmiyormuş gibi şimdi meslek lisesi mezunlarını çalıştıranlara da teşvik vermeyi planlıyorlar. Attıkları her adımda, aldıkları her kararda kapitalistler ihya oluyor, işçi sınıfının ve çocuklarının geleceği çalınıyor.
Milyonlarca gencin geleceğini ipotek altına alan, hayatını çalan bu sinsi plana izin vermeyelim!



