Kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarıymış gibi sunan burjuvazi, kendi sistemini de her zaman bütün toplum için en iyi sistem olarak pazarlamaya çalışmıştır.
Bugünkü modern anlamıyla parlamento, yaklaşık üç yüz elli yıl önce, burjuvazinin ödemekte olduğu vergilere dayanan kamu ekonomisini kontrol etme mücadelesi içinde doğdu. Sonrasında ise onun siyasal iktidarı ele geçirme aracına dönüştü. Birbiri ardına gerçekleşen burjuva devrimlerin hiçbirisi karın tokluğuna çalışan işçi ve köylülere oy hakkı vermedi. Kural basitti; bu kesimlerin vergi verecek kadar kazancı olmadığına göre, ülkenin geleceği hakkında karar verme hakları da olmamalıydı.
İşçi sınıfı tarihsel olarak genel oy hakkını “ateş ve barut içinde kanlı bir mücadele”den sonra alabildi. Üstelik sistemin bütün ekonomik yükünü kendi sırtında taşıdığı halde.
Sınıf mücadelesi geliştikçe, işçi sınıfını temsil etmek iddiasındaki değişik partiler ülke parlamentolarında yer alma imkânı buldular. Hatta bazı ülkelerde bu partilerin hükümetlere ortak olduğu süreçler bile yaşandı. Ancak bunların hiçbirisi işçi sınıfının haklarının elde edilmesinde, korunup geliştirilmesinde temel bir rol oynamadı. Tersine işçi sınıfının parlamento üzerindeki etkisinin arttığı her dönemde, güç parlamentolardan devlet aygıtına doğru kaydırıldı. Parlamentoya giren “işçi temsilcileri” ya düzene ayak uydurmak ya da yüzlerini parlamento dışındaki işçi hareketine çevirmek ikilemiyle karşı karşıya kaldılar. Ne yazık ki, özellikle sınıf hareketinin geri olduğu dönemlerde çoğu zaman yaşanan ilki oldu. İşçi sınıfının parlamenter yollardan haklarını geliştirme, baskı ve sömürüye son verme umudu her seferinde büyük hayal kırıklıklarıyla sonuçlandı. İşçi sınıfı tarih boyunca tüm kazanımlarını grev meydanlarında direnerek ya da barikat başlarında isyan ederek elde etti.
Bu düzende seçimler neyi örtüyor?
Kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarıymış gibi sunan burjuvazi, kendi sistemini de her zaman bütün toplum için en iyi sistem olarak pazarlamaya çalışmıştır. Ve bize yutturulmaya çalışılan en büyük yalanlardan biri, burjuva düzende herkesin eşit olduğu ve ülke yönetimine eşit biçimde katıldığıdır. Oysa kapitalist sistem derin sınıfsal ayrımlar içerir. Ekonomik eşitliğin olmadığı bu sistemde siyasal eşitlik de yoktur. Parlamento dahil olmak üzere bütün devlet aygıtı burjuva sınıfın hizmetindedir. Bütün kurumlar burjuva sınıf egemenliğinin ve buna dayalı sömürü düzeninin çıkarlarını korumak için vardır. Bu koşullar altında seçimler ve oy hakkının işçi sınıfı ve emekçilere getirdiği tek şey, sermaye sınıfının değişik kanatlarını temsil eden partiler arasında bir tercih yapma hakkından ötesi değildir.
Burjuva devlet aygıtının bugünkü kadar kurumsallaşmadığı bir dönemde yaşayan, işçi sınıfının devrimci teorisinin kurucuları olan Marks ve Engels, burjuva düzen altında seçimlerin işlevini daha o dönem net bir biçimde ortaya koymuşlardır. Marks, genel oy hakkının “her üç ya da altı yılda bir, yönetici sınıfın hangi üyesinin parlamentoda halkı ‘temsil edeceğini’ ve ayaklar altına alacağı”nı kararlaştırmaktan ibaret olduğunu söylerken, kuşkusuz tümüyle haklıdır.
Yaklaşan seçimlerde işçi sınıfının tutumu ne olmalı?
Ülke adım adım seçimlere gitmektedir. Bu seçimin ülke tarihinin en önemli seçimi olduğu söylemi, hemen her gün televizyon programlarında, gazetelerde, siyasetçilerin demeçlerinde tekrarlanıp durmaktadır. Ülkeyi yirmi yıldır yöneten ve başta işçi sınıfı olmak üzere tüm toplumu büyük bir yıkıma uğratan AKP iktidarının kaderini belirlemek açısından bu seçimler elbette büyük bir öneme sahiptir. İşçi sınıfı kendisine en büyük hak kayıplarını yaşatan, temel özgürlüklerini gasp eden bu iktidardan kurtulmak için her şeyi ile çaba harcamalıdır. Ancak AKP’den kurtulmak için çaba harcamakla bu baskı ve sömürü düzeninin ondan kurtulmakla sona ereceğini sanmak bambaşka iki şeydir. Tüm tarihsel deneyimler bize, işçi sınıfının hak ve özgürlüklerini geliştirmesinin, baskı ve sömürüden kurtulmasının yolunun burjuvazinin sandıklarından değil dişe diş mücadelelerden geçtiğini göstermektedir. İşçi sınıfının seçimler sürecinde yapması gereken, şu burjuva partinin yerine diğerini tercih etmek değil, kendi bağımsız örgütlenmesini ve buna dayalı eylemini güçlendirecek bir mücadeleyi örgütlemektir. Kurtuluşumuz ancak kendi ellerimizdedir.