Çevreyi/doğayı yıkıma sürükleyen, insanlığa savaş ve gözyaşı dışında verecek bir şeyi kalmayan kapitalist sistem için kısa vadede bir çıkış var mıdır, kesin bir şey söylenemez. Ama Türkiye ve dünya emekçilerinin önünde iki seçenek olacak. Ya örgütlenip bu düzene karşı mücadele edilecek ya da çürüyen kapitalist sistemle birlikte kendi yıkımına razı olunacak.
AKP’nin seçim zaferi kutlamaları kısa sürdü. Zira AKP daha doya doya zaferini kutlama şansı bulamadan felaketin eşiğine getirdiği düzenin gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kaldı. Yüzleşilmeye çalışılanların başında ekonominin iflasın eşiğine gelmiş olduğu gerçeği bulunuyor.
Ekonominin başına rica minnet getirilen Mehmet Şimşek’in henüz yanında selefi dururken, ekonominin mevcut “irrasyonel” zemine daha fazla dayanamayacağını söylemesi durumun açık bir itirafıdır.
İrrasyonel ve rasyonel ekonomi
AKP yapay bir şekilde resmi faizleri aşağıya çekti. Gene yapay mekanizmalar üzerinden belli bir dengede tutulmaya çalışılsa da döviz kurları yükseldi. Sermaye çevrelerine bol kepçe ile teşvik ve ucuz kredi dağıtıldı. Vergi borçları silindi. Esnafın iflasının önüne dağıtılan kredilerle geçilmeye çalışıldı. Sonuç olarak Merkez Bankası rezervi eksiye düştü. Bütçe açığı patladı. Cari açık kapatılamaz hale geldi. Ama tüm bunların sonucu olarak en azından şimdilik kitlesel iflaslar yaşanmadı. Sermaye sınıfı için çarklar her şeye rağmen dönmeye devam etti.
Bu tablo içinde mutlak bir yoksullaşma yaşayan işçi ve emekçilere düşen ise sosyal yardımlar ve daha açıklandığı gün erimeye başlayan maaş artışlarıyla öldürmeyen ama süründüren bir yaşam oldu.
Şimdi yeni maliye yönetimi bize, bu zeminin gerçekçi olmadığını ve “yeni bir ekonomik modele” geçileceğini söylüyor. Yeni ekonomi yönetiminin emperyalist tekellerin tedrisatından geçmiş kişiler tarafından oluşturulması boşuna değil. Uluslararası sermaye çevrelerine mesaj vermeye ve düne kadar tefeci diye suçladıkları bu çevrelerden sıcak para girişi sağlamaya çalışıyorlar.
Büyük umutlar bağlanan Mehmet Şimşek ve ekibi henüz programını açıklama gücünü kendinde bulamadı. Ama yerine getirmesi gereken görevler muhalifi ve yandaşıyla bütün burjuva iktisatçılar tarafından ortaya konuluyor. Sıkı para politikası uygulanacak, elde kalan ve “Varlık Fonu” adı altında Erdoğan’ın yönetimine bırakılan kamu işletmeleri de uluslararası sermayeye peşkeş çekilecek, artan faizlerin etkisiyle oluşan maliyet işçi sınıfı ve çalışan kesimlere fatura edilecek, vb… Bunları artan işsizlik ve düşen alım gücünün yol açtığı huzursuzluğu bastırmak için başta grev hakkı olmak üzere demokratik hak ve özgürlüklerin tamamen askıya alınması tamamlayacak.
İşçi sınıfı için tek çıkış, tek rasyonel politika: Örgütlü mücadele
Nebati’nin irrasyonel politikaları kadar önümüzdeki döneme en azından bir süre yön verecek gibi görünen İngiliz Mehmet’in rasyonel politikaları da sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet etmek için gündeme getiriliyor. Onların ekonomiyi düzeltmekten anladıkları, sermaye sınıfının ve emperyalist efendilerin doymak bilmeyen kar hırsının tatmin edilmesinden ötesi değil. Ama yalnızca Türkiye ekonomisi değil dünya kapitalizmi de ciddi bir kriz döneminden geçiyor. Emperyalist merkezler de dahil dünyanın her yerinde burjuvazi yaşanan krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkmaya çalışıyor. Çalışan sınıfların alım gücü düşüyor. Kazanılmış hakları gasp ediliyor. Buna karşı oluşan tepkileri bastırmak için demokratik hak ve özgürlükler sınırlanıyor.
Kriz dönemlerinde hangi burjuva ekonomik program uygulanırsa uygulansın, bunu kim hayata geçirirse geçirsin, sermayenin temel politikasının özünü krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkmak oluşturur. Nebati ya da Şimşek, Erdoğan ya da Kılıçdaroğlu, dümen kimin elinde olursa olsun bu temel gerçek değişmez.
Çevreyi/doğayı yıkıma sürükleyen, insanlığa savaş ve gözyaşı dışında verecek bir şeyi kalmayan kapitalist sistem için kısa vadede bir çıkış var mıdır, kesin bir şey söylenemez. Ama Türkiye ve dünya emekçilerinin önünde iki seçenek olacak. Ya örgütlenip bu düzene karşı mücadele edilecek ya da çürüyen kapitalist sistemle birlikte kendi yıkımına razı olunacak.
Başta emperyalist metropoller olmak üzere Avrupa’nın dört bir yanı işçi sınıfı ve çalışan kesimlerin eylemleriyle çalkanıyor. Tüm baskı ve tehditlere rağmen Avrupa işçi sınıfı krizin faturasının kendi sırtına yıkılmasına ve kazanılmış hakların gaspına karşı mücadele ediyor.
Türkiye’nin işçi ve emekçileri de kendi talepleri etrafında birleşip örgütlenerek krizin faturasını ödemeyi reddetmelidir. Krizin faturasını ona yol açanlar ödemelidir.