Sınıf mücadelesini güçlendirelim!

İçinden geçilen sürecin ortaya çıkardığı gerçekler, günden güne ağırlaşan çalışma ve yaşam koşulları bu soruyu akıllara getiriyor.
Her yeni gün bir öncekini aratıyor ve bu ülkenin işçilerinin aklında hep aynı soru. Nereye kadar?

AKP’nin deneme yanılma tahtasına dönen ekonomi yönetiminin faturası kabarıyor.,

Yerli ve yabancı sermayenin iştahını kabartan her yeni denemede birileri daha zenginleşirken bizim sefaletimiz derinleşiyor. AKP sözcülerinin peşi sıra tekrarladığı istikrar, ihracat, büyüme vb. tanımlamaların hepsi asalak kapitalistler için söyleniyor. Holdingler büyüyor, istikrarlı bir biçimde kâr ediyor, ihracat artıyor.

Tüm bu “başarılar” için yolu düzleyenler, “Bal tutan parmağını yalar” sözünü gerçeğe taşıyorlar. Yıkımın kabarık faturasını ise işçi ve emekçiler açlık, yoksulluk, kölece çalışma ve yaşam koşulları olarak ödüyorlar.

Kapitalist sömürü ekonomisi emek hırsızlığı üzerine kuruludur. Son dört yıldır bu sömürü ekonomisinin denklemlerini dâhi tersten kuran AKP gericiliği, ekonomiyi “vurgunculuğa” çevirmiş, döviz ve borsa spekülasyonlarını gündelik rutin işlemler haline getirmişti.

Kur Korumalı Mevduat gibi uygulamalarla bir avuç para babasının kasalarını doldururken, yaratılan tüm ekonomik boşlukları ise işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkarak bugünün kaldırılamaz koşullarını bile isteye yaratmıştı.

Saraydaki “ekonomist”in “yeni ekonomik model”i çöküntü halinde… Bu sözde “model” yeni ekonomi bakanının “Rasyonel zemine dönme” tanımlamasıyla çöpe atılırken, fatura bir kez daha işçi ve emekçilere çıkartılmaya çalışılıyor.

Seçimlerin ardından ekonominin başına getirilen Mehmet Şimşek ve bahsettiği “rasyonel zemin” bu ülkenin işçilerinin görmediği bir şey değil. Dolayısıyla “ekonomiyi kurtarmak için” hayata geçireceği yeni program da bilinmez değil.

Gözü dönmüş bir yağma anlayışına hizmet edenler, kapitalist ekonomiyi iflasın eşiğine getirmiş bulunuyorlar. Şimdi, hem büyük hırsızlık ürünü boşlukları emekçilerden daha fazla çalarak kapatmaya hem de sömürü ekonomisini yabancı ve işbirlikçi yerli sermaye için daha öngörülebilir sınırlara çekmeye çalışacaklar.

Bunun en temel yollarından biri ise alınteriyle çalışan ve yaşayan milyonlarca işçi ve emekçinin emeğinin daha fazla gasp edilmesi olacak. Evet, yeni ekonomi bakanının programı, işçiliğin ucuzlaması, çalışma koşullarının ağırlaşması, sosyal haklarda daha fazla kesinti, artan vergiler, işsizlik hayat pahalılığı vb…

Nereye kadar?

İçinden geçilen sürecin ortaya çıkardığı gerçekler, günden güne ağırlaşan çalışma ve yaşam koşulları bu soruyu akıllara getiriyor.
Her yeni gün bir öncekini aratıyor ve bu ülkenin işçilerinin aklında hep aynı soru. Nereye kadar?

İşçi sınıfı ve emekçi kitleler kendi sınıfsal çıkarları için birleşip, sınıf mücadelesini güçlendiremediği koşullarda bunun bir sonu yok.

Durup beklemek, bir kurtarıcı geleceğini hayal etmek, her gün biraz daha geriye gitmek demek.

Nereye kadar sorusunun cevabı açıktır. Biz harekete geçinceye kadar.

O yüzden vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz.

Sefalet ücretlerine, ağır çalışma koşullarına, başta sendikal örgütlenme olmak üzere en temel demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine, vergi adaletsizliğine dur demeliyiz.

Bu mücadele fabrika fabrika iş yeri işyeri verilecek.

Meydanlarda alanlarda verilecek.

Grev çadırlarında direniş mevzilerinde verilecek.

Bakmayın öyle seçim zaferleriyle böbürlenmelerine, her şeyi sırtımızda biz taşıyoruz.

Biraz kıpırdadığımızda, görecekler dünyanın kaç bucak olduğunu…