Kapitalizm sadece bir sömürü düzeni değil, aynı zamanda bir soygun düzenidir. Soygun düzenini kuran, koruyup kollayan ise “kutsal devlet”in ta kendisidir. Ondan vergide adalet beklemek ölüden gözyaşı beklemek demektir. Yapılması gereken ise açıktır. Her türlü dolaysız vergi kaldırılmalı, artan oranlı gelir ve servet vergisi uygulaması hayata geçirilmelidir. Bunun yolu ise işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak masaya yumruğu vurmasından, sömürücü ve soyguncu zorbaların karşısına tek vücut olarak dikilmesinden geçiyor.
Vergi sorunu bugün işçi sınıfının en yakıcı sorunları arasında yer alıyor. Milyonlarca işçi her ay bordrosunu eline alıp “gelir vergisi”adı altında yapılan kesintileri gördüğünde haklı bir öfke duyuyor.
Sözde geçtiğimiz yıl yapılan düzenleme ile ücretlerin asgari ücrete denk gelen kısmı vergi dışı bırakıldı. Ne var ki vergi dilimlerinde ısrarla yapılmayan düzenlemeler yüzünden asgari ücretin bir tık üstünde ama açlık sınırının altında ücretlerle yaşamaya mahkûm edilen milyonlarca işçi vergi dilimleri ile soyulmaya devam ediyor. Dahası “kutsal” devlet, asgari ücretten almadığı vergiyi çeşitli adlar ve biçimler altında yine açlık ve sefaletle boğuşan milyonlardan tahsil ediyor.
Geçtiğimiz günlerde TBMM’de kabul edilen 2023 yılı ek bütçesi ve yeni vergi düzenlemeleri bu çıplak gerçeği yeniden teyit etmiş oldu. “Milli Dayanışma Paketi” safsatası adı altında “kutsal devlet” elini bir kez daha milyonlarca işçi ve emekçinin cebine attı.
6 Şubat depremlerinin arkasına saklanarak, yarattığı yıkımın faturasını da işçi sınıfı ve emekçilere kesti. Böylece balığın kılçığını sıyırmayı zaten çoktan geçmiş olduğunu, sinekten yağ çıkarmakta ne kadar maharetli olduğunu bir kez daha gösterdi.
İşçi sınıfının biliminin kurucusu Karl Marx, tüm Avrupa’yı sarsan 1848 Devrimleri’nin ardından Fransa’daki tabloyu değerlendirirken “Köylü şeytanı resmetse onu vergi tahsildarı kılığında resmeder!” diyordu. Geride kalan yaklaşık iki yüz yılın ardından günümüz Türkiye’sinde de tablo aynen böyledir. İşçi sınıfının emeğini ve alınterini gasp etmekle yetinmeyen kapitalist zorbalık düzeni, aynı zamanda vergiler yolu ile ayakta tutulmaya çalışılan bir soygun düzenidir.
***
Vergiler tarih boyunca kamu hizmetlerini yerine getirmenin aracı olarak anlatıldı. Devletler vatandaşlarına “hizmet etmek”, onları “korumak” için vergi topladılar. Bu topraklarda da devletin kutsallığı hikayesi ile birlikte vergilerin “yol, su, elektrik” olarak geri döndüğü ile gerekçelendirildi toplanan vergiler.
Oysa bu yaldızlı masalın altındaki gerçeği kazımak için vergilerin kimlerden nasıl toplandığına ve nerelere harcandığına bakmak yetiyor da artıyor bile.
Biz sondan, yani toplanan vergilerin iddia edildiği şekilde kullanılıp kullanılmadığından başlayalım. Kapitalist devlet altyapı yatırımları da dahil olmak üzere kamusal hizmetleri bir sorumluluk olarak görmeyi bırakalı neredeyse 50 yıl oldu. Geçmişte kapitalist gelişmenin ihtiyaç duymasıyla birlikte ve sosyalizm tehdidi karşısında devlet tarafından karşılanan sosyal hizmetler, 1970’li yıllarda başlayan krizle birlikte piyasaya açıldı. Sağlıktan eğitime ve ulaşıma kadar devletin topladığı vergilerle yerine getirmesi gereken hizmetler çoktan piyasanın insafına terk edildi. Bu alanlar kapitalistlerin yağmasına açıldı.
Koruduğu ise artık sınırlar ve milli egemenlik değil, sermayenin ve kendi iktidarının çıkarlarıdır. Rusya’dan alınan S-400’ler, ABD’den dilenilen savaş uçakları ülke güvenliği için değil kendilerini pazarlamak için verilen rüşvetlerdir onlar için. Ya da Cumhurbaşkanlığı koruma hizmetleri için ayırdıkları devasa bütçe kimi kime karşı korumaya çalıştıklarını gösteren önemli bir örnektir. Kurdukları bekçi ordusunun bile halkı korumak için değil ona kök söktürmek için sokaklarda cirit attığını sokakta oynayan çocuklar bile görüyor. Dolandırıcıların bile kendisini asker, polis, savcı olarak tanıtarak insanları dolandırmaya çalıştığı bir toplumda bu sözde “güvenlik kuvvetleri”nin halkı korumaya değil, korkutmaya hizmet ettiği açıktır. Yani onların gözünde devlet vatandaşı korumakla değil, vatandaşına karşı kendisini korumakla yükümlüdür. İşte kapitalizmin “kutsal devlet” gerçeği budur ve milyonlarca emekçiye doğrulttuğu silahları da ondan çalarak satın almaktadır.
Gelelim bu vergilerin kimlerden nasıl toplandığı sorununa… Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Daha geçtiğimiz günlerde TBMM’de kabul edilen 2023 yılı ek bütçesi 1 trilyon 119 milyar TL. Yıl başında kabul edilen 4 trilyon 469 milyar TL’lik bütçe ile birlikte 5,5 trilyonu aşan 2023 bütçesinde 1999 depreminin ardından “bir kerelik” toplanacağı söylenen ÖTV’den beklenen gelir 800 milyar TL’nin üzerinde. ÖTV, KDV ve çeşitli isimler altında dolaylı vergilerin toplam rakamı ise 1,5 trilyonu aşıyor. Büyük çoğunluğu temel insani ihtiyaç maddeleri üzerinden toplanan bu vergilerde asgari ücretli bir işçi ile Koç ya da Çalık aynı rakamı vergi olarak ödüyor. Bu tablo vergide adaletsizliğin bordroya yansımayan en önemli göstergelerinden biridir.
Gelir vergisindeki adaletsizlik ise bu soygun düzeninin her ay başında bordroya baktığımızda yüzümüze çarpan resmidir. Bir parça nefes alabilmek için durmadan fazla mesai yapmayı tek seçenek olarak gören milyonlarca işçinin gelir vergisi daha ücreti eline geçmeden kesiliyor. Bu aynı devlet kapitalistlerin gelir vergisini ise yıl sonunda beyan ettikleri rakamlar üzerinden kesiyor. Vergiyi keserken işçinin gözünün yaşına bakmayan devlet, kapitalistlerin türlü türlü yollarla vergi kaçırmalarına göz yummakla yetinmiyor, bir de üstüne çıkardığı vergi afları ile gelir vergisinde de yükü emeği ile geçinmekten başka bir seçeneği olmayan milyonların sırtına yıkıyor.
Geçtiğimiz ay yayınlanan Fortune Türkiye 500 Araştırması’na göre, en büyük 500 şirket 545 milyar TL kâr elde etti. Yani sadece 500 şirketin bir yılda elde ettiği kâr neredeyse 5 milyon asgari ücretli çalışanın bir yıllık gelirine eşit. Ama bütçenin dolaysız vergiler kısmında da asıl kalem ücretli çalışanlardan daha maaşları ellerine geçmeden kesilen vergilerinden oluşuyor.
OECD ülkelerinin toplamında bütçe gelirlerinin %70’i dolaysız, %30’u dolaylı vergilerden oluşuyor. Ama Türkiye’de bu oran tam tersi. Bütçe gelirlerinin %70’i dolaylı, %30’u dolaysız vergilerden oluşuyor. Ve dolaysız vergilerde de adaletsiz gelir vergisi oranları ile devletin tüm yükü emeği ile geçinen milyonlarca işçinin sırtına yükleniyor.
Kapitalistler bu vergi politikaları ile servetlerine servet katmaya devam ederken, işçi sınıfı açlık sınırında bir yaşama mahkûm edilmekle kalmıyor, bir de dolaylı ve dolaysız vergilerle soyuluyor.
***
Bu tablo gösteriyor ki, kapitalizm sadece bir sömürü düzeni değil, aynı zamanda bir soygun düzenidir. Soygun düzenini kuran, koruyup kollayan ise “kutsal devlet”in ta kendisidir. Ondan vergide adalet beklemek ölüden gözyaşı beklemek demektir.Yapılması gereken ise açıktır. Her türlü dolaysız vergi kaldırılmalı, artan oranlı gelir ve servet vergisi uygulaması hayata geçirilmelidir. Bunun yolu ise işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak masaya yumruğu vurmasından, sömürücü ve soyguncu zorbaların karşısına tek vücut olarak dikilmesinden geçiyor.