Emeği savunmanın yolu özgürlüğü savunmaktan geçer!

Her geçen gün daha da ağırlaşan koşullarda yaşıyor ve çalışıyoruz. Buna dur diyebilmek için işimize, ekonomik ve sosyal haklarımıza sahip çıkmak, bunun için mücadele etmek zorundayız. Ama bundan daha önemlisi demokratik haklarımıza ve özgürlüklerimize sahip çıkmaktır.

Ekonomik krizin toplum yaşamını boydan boya kesen etkileri katlanıyor. Ekonomik yıkımın faturasını emekçi kitlelere çıkartmaya çalışan saray iktidarının zorbaca uygulamaları ise giderek daha pervasız bir hal alıyor.

Bu düzen işçi ve emekçilere kölece koşullarda çalışmak, sefalet içinde yaşamak dışında hiçbir şey sunmuyor. Bu duruma karşı gelişebilecek her türlü tepki ise ideolojik, politik ve kültürel bir kuşatmayla boğulmak isteniyor. Yetmediği yerde ise baskı ve zor aygıtları devreye giriyor. Krizin tüm yükünü çeken, açlığı, yoksulluğu ve yoksunluğu yaşayan işçi ve emekçi kitleler için söz söylemek, hak talep etmek, hatta eleştirmek yasak! Tüm zenginlikleri üretmelerine rağmen yeterli beslenemeyen, sağlıklı konutlarda yaşayamayan, sosyal bir hayatı olmayan, eğitim ve sağlık gibi temel insani ihtiyaçlara ulaşamayan milyonlar sayesinde bir avuç asalağın sefahat içinde yaşadığı bu düzen böyle ayakta kalıyor. Rıza ile olmazsa zorbalıkla!..

AKP iktidarı seçimlerin hemen ardından ekonomik-sosyal saldırıları yeni bir düzeye taşıdı. Buna karşı henüz parçalı ve dağınık olmakla birlikte insanca bir yaşam için insanca bir ücret talebiyle gerçekleşen eylemler fabrikalarda yayılıyor. Başlayan ve başlayacak olan TİS süreçlerinde işçi ve emekçilerin bu talebin arkasında daha güçlü duracağı görülüyor.

İktidarın yerel seçimleri atlatır atlatmaz çok yönlü toplumsal sorunları ağırlaştıracak yeni saldırılara girişeceği açık. Ekonomik-sosyal saldırıları sorunsuzca hayata geçirmek için toplumu edilgenliğe mahkûm etmek zorunda olduğunu biliyor. Bunun için toplumun en dinamik, en örgütlü, en diri kesimlerine sistematik olarak saldırıyor. Akbelen örneğinde olduğu gibi tamamen haklı ve meşru bir çevre eylemini bile zorbalıkla ezmeye çalışıyor.

Sermaye iktidarı kullanılamaz hale getirdiği siyasal hak ve özgürlükleri tümüyle rafa kaldırarak toplumu hareketsiz bırakmayı amaçlıyor. Emekçilerin söz, basın, eylem ve örgütlenme özgürlüğünü elinden alarak, işçi sınıfının grevlerini yasaklayarak, sendikal örgütlenme hakkını fiilen engelleyerek, devrimci-ilerici kurumları, partileri ve yayınları engelleyerek, sınıf ve emekçi kitlelerin hak alma mücadelesini felç etmek istiyor. Hem kendi iktidarını güvencelemenin hem de krizin faturasını emekçilere ödetmenin hesabını yapıyor.

Tam da buradan hareketle, önümüzdeki dönemde yalnızca ekmeğimiz-emeğimiz için değil demokratik hak ve özgürlüklerimiz için de mücadele etmek hayati bir önem taşıyor. Zira işçi ve emekçiler, ellerinden zorbalıkla alınan hak ve özgürlükleri için mücadele vermedikçe, sermayenin çok yönlü saldırıları geri püskürtülemez. İşçi sınıfı söz, örgütlenme, eylem, grev vb. siyasal ve sendikal hak ve özgürlükleri savunmadan, bunlar için dişe diş mücadeleler yürütmeden, yasaklamalara karşı bu hakları fiilen kullanmadan ne emeğini savunabilir ne de haklarını koruyabilir.

Her geçen gün daha da ağırlaşan koşullarda yaşıyor ve çalışıyoruz. Buna dur diyebilmek için işimize, ekonomik ve sosyal haklarımıza sahip çıkmak, bunun için mücadele etmek zorundayız. Ama bundan daha önemlisi demokratik haklarımıza ve özgürlüklerimize sahip çıkmaktır. Kapitalistlere hizmet etmekte kusur etmeyen AKP’nin baskı ve zorbalık rejimine karşı direnmektir. Emeğimizi savunmanın yolu siyasal hak ve özgürlüklerimizi savunmaktan, büyütüp geliştirmekten ve nihayet bu baskı ve sömürü rejiminin temellerine yönelen birleşik örgütlü bir mücadeleden geçiyor.